Dünyamızın başka
gezegenlerden gelen zeki varlıklarca ziyaret edildiği iddiası yıllardır
insanoğlunun şuurlarına kazınmıştır. Bizlerden çok daha ileri teknolojiye sahip
türlerin gelişmesi bu zeki varlıkların bağlı bulunduğu bir başka gezegenin
varlığını gerektirmektedir.
Bu görüş bilim
insanlarının yapmış oldukları fakat bizlere açık ve net olarak vermedikleri
bazı bilgilere dayanarak böyle bir düşüncenin yanlış olmadığını destekler
nitelikte önümüze bazı ipuçları sunmaktadır. Bu ipuçlarının tek dezavantajı ise
dünyanın fantastik derecede uzağında olmaları sebebiyle, ışık hızından bile
daha yıllarca seyahat etmeyi gerektirmeleridir. Dolayısı ile bu tür önerilerin
sahipleri dünyaya tek yönlü bir seyahat olduğunu öne sürerler. Gerçi günümüz
bilimi artık ışık hızının bile “Takyon” adı verilen ışık partikülleri sayesinde
aşıldığını ispatlasalar da bu konuyu kabullenemeyenler için bu durum hala bir
muamma niteliğindedir.
Dünya dışı yaşamın
izlerini günümüz imkânları ile gökyüzünde arayan bizler için arkeoloji bilimi
önümüze bu konu ile ilgili yepyeni kanıtlar sunmaktadır.
Araştırmacı- yazar
Zecheria Sitchin özellikle sümer metinlerinden yola çıkarak, bundan binlerce
yıl önce galaksimizde bulunduğuna inandığı bir gezegenden dünyamıza bu tür bir
ziyaretin gerçekleştiğini iddia etmektedir.
Dünyada en çok
satanlar listesinde yer alan kitabı “12. Gezegen”de insanoğlunun bu zeki üstün
varlıklara geçmişte tapındıklarını da anlatmaktadır.
Sitchin’in
kitabını elimizden geldiğince kısaca şöyle özetlemeye çalışalım.
Bütün dev
gezegenler Jüpiter ve Satürn’ün ötesinde güneş sistemimize ait olan iki büyük
(Uranüs ve Neptün) ve bir üçüncü küçük gezegenin (Plüton) olduğunu biliyoruz.
Ama bu bilginin yakın bir zamana ait olduğunu hepimiz biliyoruz. Uranüs
gelişmiş teleskoplar yardımıyla, 1781 de keşfedilmişti. Bunu 50 yıl kadar
izleyen gökbilimciler, yörüngesinin bir başka gezegenin varlığını gösteriyor
olduğu sonucuna vardılar. Özel hesaplamalar yardımıyla gök bilimciler
tarafından kayıp gezegen, yani Neptün 1846’da saptanabildi. Ardından 19. yüzyılın sonunda Neptün’ün de
bilinmeyen bir başka yerçekimi etkisine maruz kaldığı anlaşıldı. Bu garip durum
acaba “Güneş sistemimizde henüz bilinmeyen bir başka gezegen daha mı var yoksa”
sorusunu akla getiriyordu.
Bu gizemli
bulmaca 1930 yılında Plüton’un keşfedilmesiyle çözüldü.
1780’e kadar
yüzyıllar boyu insanlar bu durum karşısında güneş sistemimizde yedi gezegen
olduğuna inanmışlardı. Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn. Dünya
bir gezegen olarak sayılmıyordu, çünkü diğer gök cisimlerinin dünyanın
etrafında döndüğüne inanılıyordu.
Daha sonraları
dünyamızın, güneş merkezli bir gezegen olduğunu 1543 de ölüm döşeğindeyken
yayınlanan çalışmaları sonucunda Nicolous Kopernik’ tarafından öğrendik.
Dünyanın düz değil de yuvarlak olduğuna dair bulguları inceleyen Kopernik bazı
matematiksel formüller kullanıp üzerine kadim bilgileri de ekleyerek bu özel
sonuca varmıştı.
Kopernik’i
destekleyen birkaç kilise adamından biri olan Kardinal Schomberg ona 1536’da
yazdığı bir yazıda şöyle diyordu:
“Öğrendiğime göre
kadim matematiksel doktrinlerin temellerini öğrenmekle kalmamış, yeni bir teori
de yaratmışsınız. Buna göre Dünya hareket etmektedir, temel ve dolayısı ile ana
kurumu işgal eden Güneş’tir”
Bazıları bu
görüşünden dolayı Kopernik’i Modern Astronominin babası olarak görürken
bazıları da daha ziyade bilinen bazı
şeyleri düzenleyen gündeme getiren bir araştırmacı olarak değerlendirirler.
Gerçekten de
Kopernik, Sisamlı Hipparkus ve
Aristarkus gibi Ptoleme’den önce gelen Grek gökbilimcilerin yazılarını dikkatle
incelemişti. Aristarkus, M.Ö 3. yüzyılda, gök cisimlerinin hareketlerinin,
merkezde Dünya’nın değil Güneş’in olduğunu varsayıldığında daha iyi
açıklanabileceğini öngörmüşlerdi. Aslında, Kopernik’ten 2000 yıl kadar
önce Grek gök bilimciler gezegenleri,
Güneş’ten başlayarak doğru sırayla saymışlardı.
Güneş merkezli
kavram, Kopernik tarafından sadece yeniden keşfedilmişti; ve gökbilimcilerin
M.Ö 500’de, M.S 500 ve 1500’dekinden çok daha fazla şey biliyor olmaları
oldukça ilginç bir durumdur.
Acaba Grek
gökbilimciler Mezopotamya kaynaklarından yararlanabildikleri için mi
kendilerinden sonra gelenlerden çok daha bilgiliydiler acaba?
Grek
gökbilimcilerinin yaralandıkları kaynakların bazılarını şu şekilde sayabiliriz.
“Kalde kaynakları, Kalde (Yıldız Gözleyen) demektir. Ve “Kuran’ı Kerim”.
“Kuran’ı Kerim insanlığın varoluşundan beri bizlere göklerin yaratılışı ve
düzeni hakkında en gerçek, sabit bilgiyi veren kaynaktır.
Mezopotamya
uygarlığının son yüzyılda gün ışığına çıkarılması ile, diğer birçok alanda
olduğu gibi, astronomi alanında da bilgimizin köklerinin Mezopotamya’nın
derinliklerinde gömülü olduğuna artık şüphe kalmamıştır. Bu alanda da Sümer mirasından ciddi bir
şekilde yararlanıldığını biliyoruz.
Sümerlilerin
engin bir astronomi bilgisine sahip oldukları açıktır. Sümerlilerin bugün bile
bilinmeyen kimi bilgilere de sahip oldukları gün geçtikçe ortaya çıkmaktadır.
Bu bilgilerin en
ilginci ise hiç kuşkusuz 12. Gezegen ile ilgili olanlarıdır. Araştırmacı –
yazar Sitchin “12. Gezegen” adlı kitabında Sümer metinlerinden yola çıkarak
bundan binlerce yıl önce güneş sistemimizde bir gezegenin daha bulunduğunu
belirtiyor:
Metinlerde açık
bir şekilde “Mulmul ul-şu 12” (Mulmul 12 den oluşan bir banttır) diye
belirtilmektedir. Mulmul teriminin, “tüm gök cisimlerini içeren göksel yapı”
olduğunu belirtmek üzere tekrarlanarak (MUL.MUL) güneş sistemini işaret
ettiğini söyleyebiliriz.
Charles Viroleaud
(Kaldelilerin Astrolojisi) mulmul veya kakkabu grubunun üyelerini tarif eden
bir Mezopotamya metnini (K.3555) tercüme etmiştir. Metnin son dizesi oldukça
açıktır.
“Kakkabu/kakkabu.
Onun gök
cisimlerinin sayısı on ikidir.
Onun gök
cisimlerinin istasyonları on ikidir.
Ay’ın
bütün ayları on ikidir.
Metin kuşkuya yer
bırakmaz. Mulmul yani güneş sistemimiz 12 üyeden oluşmakta, demektedir.
“Güneş Yolu” -
TE-tableti diye adlandırılan bu metinin 20 satırı şöyle der:
“Naphar 12
şeremeş ha.la şa kabkab.lu şa Sin u şamaş ina libbi ittiqu” yani hepsi hepsi Ay
ve Güneş’in ait olduğu, gezegenlerin yörüngede döndüğü 12 üyedir”.
Sitchin’in
kitabında buna benzer birçok metne yer veriyor.
Öyle görülüyor ki,
doğal sayma sistemimiz on olmasına rağmen, 12 sayısı, Sümerliler geçip
gittikten çok sonraları da göksel ve mitolojik tüm meselelere nüfuz etmiştir.
- 12 Büyük Titan
- 12 İsrail Kabilesi
- 12 Büyük Olimpos Tanrısı
- İsrail Yüksek Rahibinin Büyülü.
Göğüsün de 12 Parça.
- Hz İsa’nın 12 Havarisi
Görüldüğü üzere
bu güçlü 12 sayısının asıl kaynağı göklerdir.
Çünkü güneş
sistemi, yani mulmul, bizim bildiğimiz gezegenlere ek olarak, Anu’nun
gezegenini de içermekteydi; parlak bir gök cismi olan sembolü, Sümer yazısında
tanrı Anu ve “İlahi” yerine geçmekteydi. Bir astonomi metni “Üstün Asa’nın
kakkabı, mulmuldaki koyunlardan biridir” diye tanımlar. Ve Marduk darbe yapıp
üstünlüğünü ele geçirdiğinde ve bu gezegenle ilişkili tanrı olan Anu’nun yerini
aldığında Babilliler şöyle demiş:
“Marduk’un
gezegeni, mulmul içinde görünür”.
Yazar Sitchin
özellikle Eski Ahit’te yer alan bazı ayetlerden yola çıkarak 12. Gezegenin
halkının yeryüzüne geldiğini kanıtlamaya çalışıyor.
“Rab oğulları
insan kızlarına vardıkları,
ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman,
günlerde, hem de ondan sonra,
yeryüzünde Nefilimler vardı,
bunlar Ebediyetin kudretli olanlarıydı,
şem halkıydı.”
Yazara göre:
“Yukarıdaki, geleneksel bir tercüme değildir. Uzun bir süredir, yeryüzünde
Nefilimler vardı’ ifadesi, “yeryüzünde devler vardı” diye çevrilmiştir. Ama hatanın farkına varan yeni çevirmenler
İbranice bir terim olan Nefilim kelimesine hiç dokunmadan bırakma yoluna
gitmişlerdir. “Şem halkıydı” dizesi ise, tahmin edeceğiniz gibi “bir adı olan
halk” yani şöhretli bir halk anlamında ele alınmıştır. Ama daha önce
belirttiğimiz gibi, Şem terimi orijinal anlamı ile ele alınmalıdır; bir ROKET
olarak.
Peki, Nefilim
terimi ne anlama gelmektedir? Sami dilinde ki kök NFL’den (aşağı atılmak)
türeyen bu kelime, tam olarak “Dünya’ya atılmışlar” anlamına gelir”.
Bu konu ile ilgili
en ilginç noktalardan biriside Üstad Beddiüzzaman Hazretleri’nin neredeyse 50
yıl önce yazdığı Lemalar adlı eserinde aynen şu ifadelerin geçiyor oluşu:
“İşte, gel güneş
ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak”
Kuran’ı Kerim de
bu 12 gezegenden Yusuf Suresi’nde açıkça bahsetmektedir.
“Hani Yusuf
babasına şöyle demişti; Babacığım ben rüyada on bir yıldızla, Güneş ve Ay’ı
gördüm; onları bana secde ederlerken
gördüm” ( Yusuf 12/4)
İlahiyat
Profesörü Celal Yeniçeri bu ayeti bakınız nasıl yorumluyor:
“Ayette yıldızların ay ve güneşle beraber söylenişi ve
onların “necm” yerine “kevkeb” (Sümercesi Kakkuba’dır) kelimesiyle dile
getirilişi bunların gezegen olma ihtimallerini güçlendirmektedir. Çünkü Kur’an
da kevkeb kelimesi daha önce gördüğümüz gibi genellikle gezegen anlamında
kullanılmıştır. Eğer biz ay ve güneşi 11 sayısından çıkarırsak geriye 9 kalır.
Fakat ayetin ifadesinde böyle bir çıkarma işlemine gerektirecek bir durum
bulunmamaktadır. Biz ayetteki “kevkeb” kelimesini genelde olduğu gibi gezegen
anlamında ele alır ve bunu da Yusuf’un kardeşlerinin yanı sıra doğrudan
gezegenlere yorumlarsak Yusuf ailesi gibi güneş ailesinin 11 gezegene sahip
olduğuna hükmedebiliriz. Güneş ailesinin elbet gezegenlerden başka çok sayıda
kuyruklu yıldızları, gezegenlere ait ayları ve bir çok küçük gezegenleri vardır
ve bu aile sanıldığı kadar küçük değildir. Kim bilir belki bir gün Yusuf’un
rüyası gibi bu 11 gezegen sayısı gerçekleşir ve “Nuh Felek” yerini bu sayıya
terk eder”.
Peki, Sitchin’e
göre 12. Gezegen’e ne oldu. Sitchin cevabı bulmuş gibi gözüküyor. Sümer
metinlerine göre ani bir çarpma sonucu yörüngesi değişti ve güneş sistemi
içerisinden aniden çıktı. Dünyaya gelmiş olan Nefilimler ise Tufan ile birlikte
yeryüzünü terk etmek zorunda kalmışlardır.
İnsanlığa Dünya’nın
gerçek yapısını ve gökleri öğreten Nefilimler, kadim gökbilimci rahiplere
sadece Satürn’ün ötesindeki gezegenleri bildirmekle kalmamış, en önemli
gezegenin, gelmiş oldukları gezegenin varlığını da öğretmişlerdir.
0 yorum:
Yorum Gönder