30 Kasım 2014 Pazar

Mevlana’nın Paranormal Özellikleri



İslam mistisizminin önemli isimlerinden Mevlâna bütün büyük sufiler gibi parapisişik yetenekler sergilemiş ve yaşamı boyunca ortaya çıkan doğaüstü olaylara çevresindekiler tanıklık etmiştir.
Sufi ekollerinde bu, öğretinin bir parçasıdır. Gerek medidatif çalışmalar, gerek konsantrasyon çalışmaları ile belli bir süre sonra kendiliğinden ortaya çıkan tezahürlerdir bunlar. Özellikle zikir çalışmaları bu tür yeteneklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mürşitlerin göstermiş olduğu bu paranormal fenomenler sufi öğretisinin bir parçası konumundadır. Burada amaç gösteri yapmak ya da insanları mucizeler göstererek etki altına almak değildir, öğretinin doğal akışı içinde gerçekleşen unsurlardır bunlar.
Ancak bu tezahürler sadece mürşitler değil müritlerde de ortaya çıkabilmekteydi. Bunların inisiyatik eğitimin doğal bir sonucu olduğunu bir sufi hikayesi çok güzel aktarır:



Bir mürşit öğrencisine o gece zikir çalışmasında ne yapacağını açıklar ve arkasını dönüp karşı kıyıya geçmek için nehrin üstünde yürümeye başlar. O anda öğrenci hocasının söylediği bir sözü tam anlayamadığını fark eder. Suyun üstünde yürümekte olan mürşidinin peşinden koşarak yanma gider ve mürşidine kendisine vermiş olduğu zikir çalışmasıyla ilgili bir şey sorar.

Hoca dönüp baktığında öğrencisinin de kendisi gibi su üstünde durduğunu görür ve şöyle der:
Git nasıl istiyorsan zikrim öyle yap! Tüm temiz gönüllerde gizli mucize ve kerametler gerçekleşebilir demektedir Mevlâna.Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder.

Mesnevi c.VI, 1300 Vahdet küpünden bir kadeh şarap iç, mest ol; bu kerametlerim, hep vahdet şarabındandır!”
Divân-ı Kebir c. IV, 2111 Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.

Meselâ demir, Davud’un elinde mum oluyor… halbuki senin elinde mum, demir kesiliyor! Yaratma ve rızık verme yakınlığında herkes müsavidir, bu sıfatlar herkeste var. Fakat bu ulular, Allah aşkının vahyi yakınlığına sahip olurlar. Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da! Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok! Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki? Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin. Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir? Mesnevi c. III. 700-705Gönül gözünü açabilen içinden dışarı doğru taşabilenler için mucize yoktur. O bize mucize görünür. Yaşanan bu mucizevi hâller su üstüne çıkan parapsişik yeteneklerdir.

Güneş her zerreye eşit olarak yansır. Ancak kendi özünde liyakatli olanlar güneş ışığından yararlanır, diğerleri kavrulur işe yaramaz. Sadece sebeplenir. Yakınlık ile, enerjilerin arz âlemine indirilmesi ile mucizeler gerçekleşir.
Güneş ile yakınlık kurabilen ağaç, güneşin nimetini, olgun meyveler olarak açığa çıkarır. Yaklaşan ve secde eden insan için, bâtındaki enerjinin akışı ile, insan-ı kamil açığa çıkar. Açığa çıkan, mucize ancak ve ancak yaklaşanlar ve yakınlaşanlar içindir, yani gönülleri, kalpleri, akılları ve sözleri bir olanlar, birleştirenler ve açığa çıkaranlar, güçlü hatırlayanlar içindir.
Bizim için mucize olarak değerlendirilen bu fenomenleri fizik, kimya gibi pozitif bilimler açıklamakta yetersiz kalmakta, bu yüzden de görmezden gelmektedir.

Bu fenomenler kendini tanıma yolunda aşama aşama ilerleyen müritler için önemli ruhsal tezahürlerdir.Gerek müritlerinde gerekse de Mevlâna’nın kendisinde bu tür ruhsal tezahürlerin olduğu tutulan kayıtlarda görülmektedir. Eflakimin Ariflerin Menkıbelerimde ve Sevakıb-ı Menakıb’ta yer alan fenomenlerin içinden seçtiklerimizi sizlerle paylaşıyoruz.
Telekinezi, levitasyon, apor, dedublüman, mateyalizasyon-demateryalizasyon, durugörü, görücü medyomluk şifacılık, telepati bunlar arasında en fazla görülen tezahürlerdir.

Telekinezi

Grekçe tele (uzak) ve kinesis (hareket) kelimelerinden türetilmiştir. Fiziksel medyomlar herhangi bir temas olmaksızın ya da bir araç kullanmadan eşyaları hareket ettirebilirler. Telekinezi gücü diğer paranormal yetenekler gibi her insanda mevcut olup çalışmayla da ortaya çıkartılabilir.
Mevlâna’nın hayatında da mucize olarak değerlendirilmiş sayısız telekinezi örnekleri mevcuttur.

Medresenin kapısı kendiliğinden açılıyor…
Babasının ölümünden sonra Mevlâna öğrenim için babasının müritlerinden birkaçıyla Şam’a gider. Bir süre Halep’teki Halaviye Medresesi’ne yerleşirler.
Medresede öğretmenlik yapan Halep Beylerbeyi Kemaleddin bin al Adim Mevlâna’ya özel bir ilgi gösterir. Medrese kapıcısı her akşam odasından Mevlâna’nın çıkıp kaybolduğunu söyler. Öğretmenlerinin ilgisini kıskanan öğrenciler bu sözleri Beylerbeyi’ne yetiştirirler.
Bunun üzerine Kemaleddin bin al Adim de bir gece kapıcı odasına saklanarak Mevlâna’yı gözetler. Gece yarısı Mevlâna odasından çıkar. Medresenin kapısının önüne gelince kapı kendiliğinden açılır. Mevlâna’yı takip eden Kemaleddin, şehir kapısının önüne gelince de aynı şekilde kapının kendiliğinden açıldığını görür.
İleride açıklayacağımız apor olayının da beraberinde görüldüğü bir diğer telekinezi olayı da şöyledir:

Meclistekiler korkularından feryat ettiler…
Mu’înüddin Pervane, bir gece Meviâna’nın sevgisine toplantı düzenleyip, şehrin büyüklerinin hepsi orada toplandılar. Her gelen önüne bir büyük mum yaktı. Sonunda Mevlâna gelerek dostlarına “Önümüze bir küçücük mum koyun!” dedi. Halk toplandığında Mevlâna’nın önünde olan mumun küçüklüğüne şaşırdılar. Mevlâna: “Bu bizim küçücük, hakirce mumumuz, sizin büyük mumlarınızın canıdır. Eğer kabul eylemezseniz bakın!” diyerek “Uf!” deyip kendi mumlarını söndürdü. Meclistekiler korkularından feryat ettiler. Mevlâna tekrar “Uf!” dedi ve mumlar aydınlandı. Sabaha kadar sema ettiler. Sabah tüm mumlar yanıp bitmiş, Mevlâna’nın küçücük mumunun ise ilk hâlinde olduğunu gördüler.

Ok atmak isteyenin kolu kalkmaz…
Konya şehri Moğolların saldırısına uğrar. Baçunun askerleri şehri kuşatır. Şehir halkı sıkıntıya düşüp Mevlâna’dan yardım ister. Çünkü Baçu hangi vilayete gittiyse halkını helak edip, yağmalamışür.
Mevlâna: “Siz kendinize göre tedarikinizi gönlünüzden çıkarıp Hakk’a tevekkül eyleyin! Pak inançla bizden yardım bekleyin! Yüce Allah sıkıntınızı def eyleye!” deyip şehrin meydanına çıkar. Büyük bir ordu görür.Baçu’nun haymesini bir evin dibine kurmuşlardır. Onun üstüne çıkıp namaza başlar. Mevlâna’yı görüp Baçu’ya haber verirler. “Ok yağmuruna tutun!” diye emreder. Ok atmak isteyen kimsenin kolu kalkmaz. Ata binip hamle etmek isteyenlerin atlarının ayakları yere takılı kalır. Sonra Baçu kendisi üç kere ok atar, üçü de önüne düşer. Sinirlenip atma binmek ister. Biner, atı yürümez. Bu sefer yaya olarak hücum eder. Ayağı tutulup yüzüstü yıkılır.
Sonunda Baçu aciz kalıp “Bu er yarlığandır!” der. Yani Allah tarafından güçlendirilmiştir, bundan sakınmak gerekir deyip özür dileyerek savaştan vazgeçer.

Ayağına dolaşan yüz dirhem…
Osman Gûyende anlatır:
Yeni evlenmiştim. Çok ihtiyacım vardı. O sıkıntıyla Mevlâna’nın yanma vardım. Beni görünce hemen o sultan kalkıp evine gidip geldi. Benimle merhabalaşıp avucuma bir mik­tar akçe koydu. Dedi ki: “Şimdiden sonra bizimle bazı bazı merhaba eyle!” Yine sıkıntım oldu. Yine gelip dedim ki: “Merhabaya geldim!” Mevlâna: “Bugün bir yağlı lokmaya yetişirsin!” O gün akşama dek durdum. Bir alamet olmadı. Yağmur başladı. Kendime dedim ki: “Aydınlıkken gitmek gerek! Karanlık ve balçık olur”. Kalkıp gittim, sular yollarda birikmiş, ayağıma bir şey dolaştı. Çekip çıkardım, meğer bir keseymiş. İçinde yedi yüz dirhem sultanî vardı! Alıp şükrettim. Sabah Mevlâna’nın yanına varıp üzüntülü bir şekilde oturdum. Yani işaret yerini bulmadı gibi davrandım. Mevlâna: “Ey Osman, yanındakini ortadan kaptın da yine sıkıntı mı arz edersin?” deyince dayanamadım. Mübarek ayağına yüzümü sürüp ağladım.
Hırsızlar ne kadar uğraştılarsa da yanlarına gelemediler…Arif Çelebi anlatır:
Babam Sultan Veled rivayet eder. Şemseddin hazretleri kaybolunca Mevlâna yanına eshabı alıp Şam tarafına yola çıktı. Ansızın haramiler karşılarına çıktı, kervan sıkıntıya düştü. Mevlâna kafiledekileri toplayıp, etrafına bir hat çekerek Hud Peygamber gibi davrandı. Hırsızlar ne kadar uğraşırlarsa da yanlarına gelemediler. Sonunda bir kişiyi yaya olarak gönderdiler. Geldiğinde “Bu evliyalık meydanının sultanı kimdir?” Cevap verdiler: “Sultanü’l Ulema’nın oğlu Mevlâna hazretleridir”. Orada aslan gibi kudretli kimseler sinek gibi güçsüzleşip onun seveni ve kulu oldular. Üç yüz kişi Halep şehrine varıncaya kadar Mevlâna hazretlerinin önünde yaya olarak hizmet ederek, tevbe ettiler.

Levitasyon

Levitasyon görünürde hiçbir fiziksel neden yokken insan ya da eşyanın havaya kaldırılması, bir süreliğine havada asılı kalmasıdır. Medyomlarda, fakirlerde, yogilerde gözlenen bu parapsikolojik fenomenin açıklaması neospiritüalist anlayışa göre ektoplazmik maddenin bir kaldıraç görevi görmesi, yer çekimine karşı zıt ya da onu nötralize eden bir kuvvetin meydana gelişiyle oluşur. Bu istek ya da istek dışı olan fenomende elektromanyetik alanda bazı akışkanların çekimden kaynakla­nan ağırlığı ortadan kaldırılmaktadır.

Ders anlatırken havada yürüyordu…
Mevlâna Şam’da Mukaddemiye Medresesi’nin damında ders anlatmaktadır. Damın kenarına geldiğinde adımını atmaya devam eder. Levite olarak yürür ve yine bu şekilde geri döner. Bunu aralıksız tekrar eder. Medresedeki öğrenciler bunun üzerine Mevlâna’nın müridi olur.

Ayakları yerden bir arşın yukarıdaydı…
İmam İhtiyareddin anlatır: Bir gün Mevlâna Hazretleriyle yalnız başımıza Hüsameddin Çelebi’nin bahçesine gidiyorduk. Mevlâna Hazretlerinin arkasından yavaş yavaş giderken, ayaklarının yerden bir arşın yukarıda gittiğini gördüm. Dayanamayıp aklım başımdan gitti. Bir zaman sonra aklım başıma gelince kendisinin gittiğini gördüm. Ardından yetiştiğimde dedi ki:”Adam bir kuştan değersiz midir ki havaya uçuşuna şaşarsın?”

Bir erkek çocuğu havada asılı kalmıştı…
Şeyh Sinâeddin Akşehirli anlatır: Mevlâna Şam tarafına gittiği zaman, Sis vilayetinin papazlarından bir topluluğa rastladı. Onlardan nice kere olağanüstü şeyler meydana gelmişti. Mevlâna’yı gördüklerinde bir oğlana işaret ettiler. Oğlan havaya uçup asılı kalmıştı.
Mevlâna o anda ciddi olarak ilgilenmedi. Ansızın oğlan feryada başladı: “Bir çare eyleyin!” Papazlar “Aşağı in!” deyince, oğlan: “Gücüm yetmez! Sanki beni burada mıhladılar!” dedi. Rahipler, çok çalıştırdılarsa da başaramadılar. Sonunda istemeyerek Mevlâna’ya “İhsan eyle, bu oğlana himmet eyle! Aşağı insin!” dediler. Mevlâna dedi ki: “Kelime-i şehâdet eylemedikçe kurtulmaz!” Oğlan kelime-i şehadet getirince, aşağı kolaylıkla indi. Hemen onu görünce diğer papazlar da Müslüman oldular.

Mevlâna aniden denizin üstünde belirir…
Konyalı Kürd Kadı anlatır: Gençlik zamanımda ticaret için İskenderiye’ye gitmiştim. Aniden çıkan fırtınayla gemi girdaba girer. Gemideki tacirlerin hepsi çaresizlik içindedir. Mürit ‘Ey Mevlâna, ey Mevlâna’ diyerek yardım ister.
Mevlâna aniden denizin üstünde belirir.
Bu olayda Mevlâna müridinin çağrışım telepatik olarak almış, demateryalizasyon-materyalizasyonla müridinin yanına gelmiştir.
Bütün sufi çalışmalarında buna benzer birçok olayın yaşanmış olduğunu biliyoruz. Mürit ne zaman başı sıkışsa hocasını düşündüğü an hocası derhal müridinin yanında belirmiştir.

Apor

Bir veya birkaç şeyin aniden ortaya çıkmasına apor adı verilir. Fiziksel medyomların tezahürlerinden olan bu fenomene peygamberler, mistikler ve diğer kutsal kişilerde rastlanmıştır. Mevlâna’yla ilgili günümüze kadar gelen olağanüstü femomenlerin içinde apor olayları bir hayli çoktur.

Medresenin direği halis altın oldu…
Şeyh Bedreddin Tebrizi’nin kimya, simya ve fizikte benzeri bulunmazdı. Sultanların sohbetine katılmak istese de olmazdı. Konya’ya gelip Mevlâna’nın dervişlerinden olmak istedi. Sultan Veled aracılığıyla Mevlâna izin verip, bilgisini gösterip, kimya kuvvetiyle her gün dervişlere harcanmak üzere bin dirhem sultanî vaad etti, diye bildirdiler. Mevlâna hiç cevap vermedi. Şeyh Bedreddin’i Mevlâna’nın huzuruna getirdiler. ” Biz altının topraktan aşağılık olduğunu duyurup dostlarına arasından fitnenin gitmesine uğraşırız. Birisi gelmiş toprağı altın ederim, der. Gücünün yettiği kimya potaya ve körüğe muhtaç mıdır?” dedi.
Şeyh Bedreddin: “Evet” dedi.
Mevlâna: “Kimya ona demezler ki! Kimyagerlik şudur: Altın bakışını bakarsan altın ola!” der demez medresenin direği hâlis altın oldu. Şeyh Bedreddin’in aklı başından gitti. Mevlâna “Hay mübarek, biz sana altın ol demedik gibi yine hâline var!” dediği gibi yine değişerek eski hâline döndü. Şeyh Bedreddin bu aciz bırakan kerameti görünce bağışlanmasını dileyerek onun müridi oldu.

Taş benzersiz bir yakuta dönüşmüştü…
Şeyh Bedreddin anlatır:
Bir gece Hüsameddin Çelebi’nin bahçesinde Mevlâna’nın hizmetindeydim. Ansızın beni istedi. “Buyurun, nedir Sultanım?” dedim. Yerden bir taş alıp elime verdi ve dedi ki “Allah’ın sana verdiğini al ve şükredenlerden ol!” Sabredemeyip ay ışığına tuttum. Asla benzerini görmediğim bir yakut olduğunu görünce bir nâra attım. Sabah olunca pazarda altmış bin dirhem kıymet biçtiler.

Hiç eksilmeyen helva sinisi…
Mevlâna’nın dervişlerinden biri hacca gitmişti. Arefe gecesi o dervişin hatunu evinde helva pişirip bir sini ile Mevlâna’nın meclisine gönderir. Oradakilerin hepsi o helvadan yerler. Mevlâna bir eliyle işaret eylediğinden bir zerresi eksilmez. Yine siniyi dopdolu görürler. Görenler şaşkınlık içindeyken Mevlâna o helva sinisini alıp medresenin çatısına yönelir. Ondan sonra o sini kaybolur. Hatun siniyi almaya gelince Mevlâna: ‘Sahibine ulaştı!’ der.
O derviş hacdan dönünceye kadar unutulur. O kişi gelince eşyasının arasında hatun siniyi bulur. Korkarak ‘Bu sini helva ile arefe gecesi Mevlâna’nın meclisinde kaybolan sini, eşya arasına nereden karıştı?’ diye sorunca, Hacı ‘Vallahi arefe gecesi arkadaşlarımla otururken çadırın bir köşesinden, bir el bu siniyi helva dolu olarak sunuverdi. Asla sebebini bilemedik. Lakin gördüm, sini bizimdir!’ deyince hatun feryad ederek kendinden geçer.

Kalasın boyu uzamıştı…
Şeyh Bedreddin anlatır:
Büyük bir ev yapmaktaydım. Damım örterken kalaslardan birisi yarım karış kısa geldi. Tüm şehri aradık, bulamadık. Ustalar ne yapacaklarım düşünürken ansızın Mevlâna yanlarına gelir “Yok, yok , böyle düzgün ve doğru direk niçin kısa olsun! Ustalar yanlış ölçmüşlerdir, tekrar ölçün!” der fakat yine kısa gelir. “Yanlış, yine ölçsünler” deyince ustalar bir kez daha ölçerler. Bu kez kalas diğerlerinden yarım arşın fazla gelir!

Medresenin havuzu şerbete dönüştü…
Kadı Kemaleddin anlatır: İzzeddin Keykâvus bana Mevlâna’ya varmayı salık verdi. Tereddüt ettim ancak yanına varınca Mevlâna beni kenara çekip: “Bizim işimizden her zaman kaçarsın, iş ortasında seni böyle buldum” deyince elim­de olmadan müritliğe niyet ettim.
Toplantı için şerbet yapmaya kalkınca Konya şehrinde fazla şeker bulunamadı. Bu kadar büyük cemiyete bu kadar şeker yeter mi tereddütündeyken Mevlâna gelerek: “Kemaleddin ne kadar çok olursa iyi, suyu çok koy da Müslümanlara yetişsin!” deyip kayboldu. O kadar aradık izi bulunmadı. Soma şekeri, medresenin havuzuna döküp su koydular. Sultanın şerbetçisi de “Su koyun” deyip havuzdan fazla alarak on küp dolup tamam oldu. Yine de tatlıydı. Ne kadar su koyulsa da tadı azalmadı. Kısacası Konya halkının tamamı gelip gece yarısına kadar içip sema ve safâda oldular.

Gayp yemeği…
Mevlâna Emir Bahaeddin’in ziyarete gider. Vakit biraz geç olduğundan yemek yenmiştir. Bahaeddin yemek hazırlatmayı düşünürken Mevlâna “Bir şeycik getir” diyerek yemek ister. Ev sahibi hizmetçisine ne yemek olduğunu sorar ancak hiç yemek kalmamıştır ve kapları yıkamak için tencereye su konmuştur.
Mevlâna bu su dolu tencereyi ister, ardından bir sahan ve kase alır, o tencereden kızarmış etli pilav çıkartarak bölüştürür. “Bu Tanrı tarafından gelmiş bir gayp yemeğidir. Yemek lazımdır”der, onlar yerken kendisi de ibadete çekilir.

Hindistan’dan güller…
Mevlâna Hazretleri, Şemseddin ile halvette otururlardı. Ansızın halvetin duvarı yarılıp altı kişi çıkageldi. Mevlâna’nın yanına bir deste gül koydular. Öğle namazı vaktine dek oturdular. Asla konuşmadılar. Namaz kılmak gerekince Mevlâna imamlık yaptı. Namaz bittikten sonra, önceki gibi duvarın köşesinden dışarı gittiler. Sonra o gülleri Mevlâna bana verdi. Dedi ki: “Önünce koru!” Asla o cins gül görmedim. Kimse bilemedi. Sonunda Hoca Şerefeddin Hindi’den haber aldım ki, Hindistan’da Serendip taraflarının gülüdür.

Ne kadar demir aleti varsa halis altın olmuştu…
Şeyh Bedreddin Nakkaş naklediyor:
Mevlâna bir gece benim hücreme geldi. Benim kimya ile uğraştığımı gördü. Hemen her ne kadar demir aleti varsa bir bir alıp benim elime verdi. Elime aldıkça hâlis altın olduğunu gördüm. Ben şaşırınca dedi ki: “Bu kimyanın tedbirini eyle! Yoksa gidip burada kalınca kimya alçaktır” deyince tövbe edip perhize sarıldım.

Rüyada kesilen saçlar yastık üzerine dökülmüş…
Arif Çelebi Diyarbakır’a seyahat ettiğinde Emir Ahmed Payberti isimli şahsın Mevlâna’ya mürid olmasının sebebini anlatır:
Gençlik zamanımda Mevlâna hazretlerinin şöhretini duyup, candan, gönülden aşık olmuştum. Ancak babam ve anam Konya’ya gitmeme izin vermezlerdi. İstek ve özlemim günden güne artıyordu. Bir gece iki rek’at namaz kılıp, dualar ettim. Sonunda uyuyakaldım. Rüyamda Mevlâna’yı evimize gelmiş gördüm. Beni kucaklayıp, alnımı öptü. Makasımı alıp bir nice kere “Allah mübarek eylesin”, “Bu kimse Mesnevi şeyhidir!” dedi. Sevincimden uyandım. Makasla alman saçlar yastık üzerine dökülmüş! Bunun şaşkınlığından bir süre divane gezdim, sonra derviş oldum.

Kaynak: http://gizlimi.com/paranormal-olaylar/mevlananin-paranormal-ozellikleri

Durugörü Nedir?

En basit tanımıyla Durugörü: Beş duyunun dışında, eşyaları, olayları ve düşünceleri algılama ve görmedir. Ruhsal görü adı da verilen bu yetenek, Duyular Dışı Algılamalar içinde üzerinde en fazla araştırma yapılan yeteneklerimizden biridir.

Beş duyu organlarımızdan biri olan gözler, bu algılamada fonksiyon görmezler. İki kaşın arasında; gözler genellikle kapalıyken ya da her hangi bir objeye konsantre edildiği bir sırada adeta televizyon ekranında bir film seyredercesine, bir takım şekillerin görülmesidir. Bu yeteneği gelişmiş kişilere durugörü medyumu adı verilir.

Başlıca Durugörü Çeşitleri
l- Basit Durugörü:
Herhangi bir anlam ve mesaj taşımayan bir takım imajların görülmesidir. Çoğunlukla gözler kapalıyken beliren birtakım imajlardan oluşur. Durugörünün ilk aşamasıdır. İnsanların belli bir bölümünde bu yetenek kendiliğinden işler durumdadır. Ve bu oran hiç de küçümsenemeyecek boyutlardadır... Bu seviyede bir durugörüye sahip olan kişiler, gözlerini kapadıklarında istedikleri imajları rahatlıkla görebilirler. Bu imajlar ya kendi isteklerine bağlı olarak görülür, ya da bir takım imajlar otomatik olarak gelip geçer.

2- Mekan İçinde Durugörü:
Uzakta meydana gelen olayları ya da yerlerin algılanması ve görülmesidir. Normal olarak görülmesi mümkün olmayan uzaktaki bir yerin veya kapalı, saklı olan şeylerin görülerek tariflerinin yapılabilmesi bu seviyeli bir durugörü yeteneğinde mümkündür.

3- Zaman İçinde Durugörü:
Geçmiş ya da gelecekten bilgi veren kahinlerin kullandıkları yetenektir. Durugörünün en gelişmiş safhasıdır. Durugörünün bu safhasında görülen imajlar geçmiş bir zaman diliminde meydana gelmiş olan bazı olaylarla ilgili olabileceği gibi gelecekte ortaya çıkacak olan bazı olaylarla ilgili de olabilir. Burada da adeta bir film seyredermişçesine olaylar izlenebilir. Bu derece gelişmiş bir durugörü yeteneğine sahip olan kişilerin sayısı bir hayli azdır. Çok ender olarak görülür.

Kendinizi Test Edin
Gözler kapalıyken istenen bir imajın gözönünde canlandırılması durugörü yeteneğinin temelidir. Öncelikle böyle bir yeteneğinizin kısmen de olsa sizde işler durumda olup olmadığınızı kontrol edin: Gözlerinizi kapatın... 10 - 15 saniye bekleyin... Ve gözünüzün önünden geçen imajlar olup olmadığına dikkat edin... İmajlar kendiliğinden gelip geçiyorlar mı? İstediğiniz herhangi bir imajı zihin ekranınızda canlandırabiliyor musunuz? Yoksa hiç bir şey gözünüzün önünden geçmiyor ve her yer simsiyah mı görünüyor?

Gözleriniz kapalıyken her taraf simsiyah görünüyorsa durugörü yeteneğinizin tamamen işlemez durumda olduğunu söyleyebiliriz. Bir takım renkler hatta imajlar gelip geçiyorsa durugörü yeteneğiniz size göz kırpıyor demektir. Eğer istediğiniz imajları kolaylıkla zihin ekranınızda canlandırarak onu adeta televizyon ekranından seyredermişçesine canlı olarak görebiliyorsanız durugörü yeteneğinizin su üstüne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. (Basit durugörü)

Gözlerinizi kapattığınızda bir takım yerler , insanlar ve olaylar görüyorsanız bunların herhangi bir anlam taşıyıp taşımadığını kontrol ediniz. Örneğin gözlerinizi kapattığınızda bir arkadaşınızı ders çalışırken gördüyseniz; hemen onu arayarak gerçekten de o anda ders çalışıp çalışmadığını öğrenin. Ayrıntılara dikkat edin. O anda ders çalışmıyorsa daha önce çalışmış olabilir. Eğer böyle bir durum varsa arkadaşınızı ders çalışırken gördüğünüz ayrıntıların gerçek olup olmadığını araştırın. Ders çalıştığı masanın rengi, masasının üzerindeki eşyalar, odasının şekli vs...

Belki de birkaç dakika sonra ders çalışmayı planlıyor da olabilir... Bütün bu ayrıntılar sizdeki durugörü yeteneğinizin durumu hakkında bir bilgi verir. Tabii tek bir denemeyle karar vermeyin. Belki başka bir zamanda daha farklı görüntüler de alabilirsiniz. Böylelikle basit durugörü mü, mekan içinde durugörü mü; yoksa zaman içinde durugörü yeteneğine mi sahip olduğunuzu anlayabilirsiniz.

Gözönünde Canlandırma

Şimdi biz sıfırdan başlayarak, sizde durugörü yeteneğinin hiç ortaya çıkmadığını varsayarak, en temel pratik durugörü çalışmalarıyla konumuza devam ediyoruz... Gözler kapalıyken istenen bir imajın gözönünde canlandırılması durugörü yeteneğinin temelidir demiştik... İşte ilk alıştırmamız da buna yönelik olacak... Aşağıdaki egzersiz, gözönünde canlandırma becerinizi geliştirmede size yardımcı olacaktır.

3 adet siyah fon kağıdı alın. Beyaz bir kağıdın üzerine daire ve ortasına bir nokta, artı ve tepesi yukarıya gelecek tarzda bir üçgen çizin ve bunları keserek her birini ayrı ayrı siyah fon kağıtlarınızın tam ortalarına yapıştırın. Şekillerinizin eni ve boyu 10 cm olmalıdır.

Hazırladığınız fon kağıtlarınızdan birini alın ve karşısına geçip oturun. 2 dakika süre ile gözlerinizi siyah fon üzerindeki beyaz şeklinize odaklayın... Sonra gözlerinizi kapatın... Neler olduğunu hissedin. Gözlerinizi ilk kapattığınız an şeklin hala gözünüzün önünde bulunduğunu fakat belli bir süre sonra yavaş yavaş kaybolmaya başladığını farkedeceksiniz. Yapacağınız egzersizlerle bunun süresini uzatmaya çalışın. Kendinizi kasmadan tam tersine serbest ve rahat bırakarak bu çalışmaları her gün sürdürün... Böylece her geçen gün gözde canlandırma yeteneğinizin hızla gelişmeye başladığına şahit olacaksınız...

İmajinasyon ve Durugörü

Durugörü yeteneğinin temeli imajinasyona dayanır. Peki o halde imajinasyon nedir? Önce bunu biraz açalım, daha sonra da ileri durugörü tekniklerine geçelim... İmajinasyon, ruhsal enerjinin en belirleyici özelliklerinden ve yeteneklerinden biridir. Bazı araştırmacılar imajinasyonu ruhta şekillendirme olarak tarif etmişlerdir. Düşüncenin bir enerji olduğu günümüzde artık net bir şekilde bilinmektedir.

İşte her bir düşünce kalıbı, kendisine özgü bir enerji taşır. Böylelikle her bir düşünce bir enerji topunun üretilmesine sebebiyet verir. Düşüncelerimizle biz farkında olmadan pekçok imajlar yani şekiller-görüntüler yaratırız. Konunun bu yönü üzerinde araştırma yapan birçok parapsikolog, bu meseleyi "düşünce şekilleri" başlağı altında incelemişlerdir.

Toparlayacak olursak, kökeni ruhsal enerjiye dayanan tüm düşüncelerimiz çeşitli görüntülerin meydana getirilmesine sebebiyet verir. Ancak ne var ki, bu görüntülerin frekansları çok yüksek titreşimli olduklarından normal gözle görünemezler.

Ancak durugörü yeteneğine sahip kişiler tarafından görülebilen bu görüntülere imaj, bu görüntünün ortaya çıkmasına sebebiyet veren mekanizmaya da imajinasyon denmektedir. İşte bu imaj ve imajinasyonla ilgili yapılabilecek en basit tanımdır.

Düşüncelerimizin nasıl şekillenebildiğine en iyi örneklerden biri spatayomda meydana gelen olaylardır. Öte Alem'in yani spatyomun en belirleyici özelliklerinden biri, hepimizin bildiği gibi düşüncelerin anında şekillenmesidir. Bunun sebebi spatyomu oluşturan astral maddenin, fiziki maddeye oranla çok daha süptil yani yüksek titreşimli maddelerden inşa edilmiş olmasıdır. Konumuz dışı olduğu için biz spatyomu bırakalım ve dünyaya dönelim...

Tüm yaşantımız boyunca çok çeşitli imajlar yayınlar ve dışarıdan da çok çeşitli imajlar alırız. Örneğin karşınızdaki bir kişi elmayı düşünürken, aslında onu imajine etmektedir. Yani onun şeklini zihninde canlandırmaktadır. Siz bunu iki farklı şekilde algılayabilirsiniz. Ya sezgisel olarak elma kelimesi zihninizde belirir, ya da elma kelimesi değil, elmanın görüntüsü zihninizde canlanır.

Birincisine telepati, ikincisine ise durugörü adı verilir. Görüldüğü gibi telepati ile durugörü arasında hem büyük bir paralellik, hem de büyük bir fark bulunmaktadır. Bu tanımdan ortaya çıkan önemli bir sonuç vardır. O da aslında tüm Duyular Dışı Algılamalarımızın temelinde imajinasyon gerçeğinin bulunmasıdır. Basitleştirerek özetleyelim... Herhangi bir imaj çok farklı şekillerde algılanabilir... Örneğin:

Beş duyu organlarımızla algıladığımızda biz ona görme ya da duyma diyoruz... Yine aynı imaj sezgisel olarak algılandığında telepati, gözlerimiz kapalı ya da bir objeye konsantre olarak normal gözümüzün dışında ortaya çıkan görüntülerle algıladığımızda durugörü, fiziksel kulaklarımızın haricinde bazı sesler duyarak algılıyorsak duruişiti, bir sarkaç ya da çatal çubuğun hareketleriyle algılıyorsak radyestezi, ellerimizi herhangi bir nesneye dokundurarak o nesnenin başından geçenleri hissedebiliyorsak psikometri ve yine herhangi bir imaj fiziksel nesneler üzerinde fiziki etkiler meydana getiriyorsa biz ona telekinezi diyoruz...

Görüldüğü gibi ister fiziksel beş duyumuzla, isterse de beş duyumuzun ötesindeki yeteneklerimizle olsun, sonuçta tüm algılamalarımızın temelinde imajinasyonun bulunduğunu söyleyebiliriz... Bu anlatılanların sadece teorik bilgilerden ibaret olmadığı, yapılan deneysel çalışmalarla da ortaya konulmuştur. İlk kez 1960'lı yıllarda gerçekleştirilen ve daha sonraki yıllar, dünyanın dört bir köşesindeki parapsikoloji laboratuvarında tekrarlanan deneylerde; imajinatif olarak şekillendirilen bir düşüncenin fotoğraf plağına geçirilebildiği ispatlanmıştır... Bu deneyler aynı zamanda ruhsal enerjinin maddeler üzerindeki etkisini göstermesi bakımından da önemlidir.

"Ruh ve Kainat" adlı kitabında Dr. Bedri Ruhselman İmajinasyonla ilgili bilgileri bir araya getirirken, iradenin yani konsantrasyonun imajinasyon üzerindeki önemini şu cümleyle özetlemiştir: "İmajinasyon irade ile başlar ve irade ile biter... İrade ise, herhangi bîr canlı varlığın bir şeyi istemesidir."

İmajinasyonla ilgili buraya kadar yapmaya çalıştığımız tanımlardan da anlaşılacağı gibi, yaşamımızın her anı imajinatif faaliyet içinde geçer... Uyurken bile rüyalarımızla yine imajinatif faaliyetimiz devam eder... Tüm varoluşumuz süresince çeşitli imajlar yayınlar ve çeşitli imajları alırız. Yayınlanan İmajlar: Kendi şuurumuz ya da şuuraltımızdan yayınlanan imajlardır.

Alınan İmajlar: Dışarıdan bize gelen imajlardır. Bunların ancak çok küçük bir kısmının farkında olabilmekteyiz. Ancak büyük bir çoğunu hiç farketmeyiz bile... Farkedebildiklerimiz çoğunlukla beş duyumuza çarpanlardan ibarettir. Farkında olamadıklarımızın çoğu şuuraltımız tarafından algılanmaktadır. Ve yine bunların büyük bir bölümü şuuraltımıza büyük etkilerde bulunurlar. Hatta kendimizin zannettiği birçok düşüncelerimizin oluşmasında bile büyük bir etkide bulunurlar.

Kristal Küre veya Kum Diski ile Vizyon görmek
Durugörü çalışmalarının vazgeçilmez unsurlarından biri hiç şüphesiz ki kristal kürelerdir... Çok eski çağlardan günümüz parapsikoloji laboratuvarlarına kadar durugörü çalışmalarında hep kristal küreler birinci sırayı almışlardır.

Kristal bir küreye sahipseniz, onu kullanmadığınız zamanlar siyah bir kadifeye sararak kapalı bir kutu içinde ve karanlık bir yerde saklamanızı öneririz. Sizden başka hiç kimsenin onunla çalışma yapmasına izin vermeyin. Ve hiç kimseyi ona dokundurtmayın. Bütün bu önlemler, sadece sizin tesirlerinizin onun üstüne sinmesini sağlamak içindir...

Kristal kürenin bu denli tercih edilmesinin nedeni, durugörü çalışmalarında çok güzel sonuç vermesinden dolayıdır. Ancak gerçek bir kristal kürenin maliyeti yüksek olduğu için onun yerine; kum diski, siyah ayna, içi su veya siyah mürekkep dolu bir kase, ortasında mat siyah boyayla boyanmış bir daire bulunan bir tabaka beyaz karton, camdan ya da plastikten yapılmış küreler, ve benzeri başka objeler de kullanılmaktadır. Hatta ellerinin baş parmağının tırnağını kullanan durugörü medyumları da vardır...

Kristal küreden sonra durugörü çalışmalarında kullanabileceğiniz en iyi objelerden biri kum diskidir. Siz de kendi kum diskinizi evinizde kendiniz yapabilirsiniz. Kum diski yapmak için 17x17 cm kare ebadında, sağlam beyaz bir karton alın ve merkezinden 12cm çapında bir daire çizin. Dairenin içine bir tabaka yapıştırıcı sürün ve yapıştırıcı kurumadan üzerine ince deniz kumu serpin. Kuruduktan sonra kum diskiniz hazır demektir.

Bazı araştırmacı ve deneyciler, kum diskinin hiç yansıma yapmamasından dolayı kristal küreden bile daha fazla tercih etmektedirler. Durugörü deneylerinizde hangi objeyi kullanırsanız kullanın, mutlaka hepsini siyah bir kadifenin üzerine koyarak çalışmalara başlayınız..

Çalışma Öncesi Hazırlık
İlk egzersizlerinize kum diskiyle başlayabilirsiniz. Bunun için önce kendinize bir kum diski yapın. Ve onu kimsenin ulaşamayacağı bir yerde saklayın... Durugörü çalışmalarında arzu edilen başarıya ulaşmak için, uzun ve düzenli çalışmalar yapılması gerekir. Bu sabrı gösteremeyecekseniz hiç başlamayın... Unutmayın ki, kristal kürenizin ya da kum diskinizin başına oturur oturmaz geçmiş ya da gelecekten imajlar görmeye başlayamayacaksınız. Ve yine unutmamalısınız ki, bu adım adım ilerleyebileceğiniz hayli uzun bir süreçtir. Önce basit ve ne anlama geldiği belli olmayan bazı imajlar göreceksiniz...

Basit durugörü, mekan içinde durugörü ve zaman içinde durugörü adım adım ilerlenecek bir süreçtir. Bu sürecin hangi aşamasına kadar ilerleyebileceğinizi önceden belirleyebilmek mümkün değildir. Bu uzun sürece kendinizi hazırlayın... Durugörü çalışmalarına başlamadan önce gevşeme çalışmalarını çok iyi yapabiliyor olmanız şarttır.

Çalışmaya konsantrasyonunuzu arttırıcı yardımcı fonksiyonlardan da yararlanabilirsiniz. Örneğin sadece çalışmalarınız sırasında kullanacağınız özel kokulu bir tütsü konsantrasyonunuzu ve çalışmanızla ilgili zihinsel çağrışımları belli bir noktada tutubilmenize yardımcı bir etken olarak size olumlu katkılarda bulunabilir. Çalışmalarınızdan önce ılık bir duş alın.

Çalışmalarınız sırasında mutlaka yeni yıkanmış temiz elbiseler giyin. Eğer mümkünse sadece bu çalışmanız sırasında giydiğiniz özel bir kıyafet de seçebilirsiniz. Çalışmanızı eğer şartlarınız müsaitse hep aynı odada ve mutlaka yalnızken gerçekleştirin. Çalışmalarınızı gün ışığının direk girdiği bir odada yapmayınız. Geceleri çalışmanız daha iyidir. Odanızın ışığını kapatın ve sadece mavi bir ışık, arkanızda olmak kaydıyla yanık tutulmalıdır. Çalışmalardaki başarınız arttıkça ışığı artırabilirsiniz.

Çalışma öncesi aşarı yemekten kaçının. İç sükunetinizi mutlaka sağlayın. Heyecanlanmadan, kendinizi hiç bir şekilde zorlamadan, kayıtsızca çalışmaya başlamak için kendinizi zihnen hazırlayın. Evet... Artık hazırsınız...

Pratik Uygulamalara Giriş

Objenizi, altında siyah bir kadife olmak kaydıyla masanızın üzerine koyun. Rahat oturacağınız bir sandalye ya da koltuk alın ve objenizin karşısına geçip oturun. Daha önce yattığınız yerden gevşemeye alışmıştınız ancak şimdi oturduğunuz yerden derin gevşemeye geçmeyi başarmalısınız. Bunu birkaç denemeden sonra rahatlıkla yapabilirsiniz.

Derin gevşemeye geçin. Gevşeme halini sağladıktan sonra yavaş yavaş gözlerinizi açın. Hiç hareket etmeyin... Objenize bakmaya başlayın... Sadece ona bakın... Gevşeme hali içinde kayıtsızca bakın ona... Gevşeme haline geçebilmek için nefes alma egzersizlerini yapmıştınız ancak şimdi gözleriniz açık gevşeme halinde bulunduğunuz bu yeni duruma kendinizi uyumlandırmanız gerekmektedir.

Diyaframınızı kullanarak ciğerlerinizin tamamıyla burnunuzdan yavaş yavaş derin bir nefes alın ve ağzınızdan verin nefesinizi... Bunu en az 7 defa tekrarlayın. Her nefes alış verişte tüm dikkatinizi başınızın üstüne yöneltin. Başınıza konsantre olun ve yanaklarınızı, göz kaslarınızı, alnınızı tamamen gevşetin... Gözlerinizi objenizden ayırmadan, ona bakmaya devanı edin. Eğer kristal küreyle çalışıyorsanız kürenin dış yüzeyine değil, tam ortasına bakışlarınızı yöneltin... Normal nefes alış temponuza döndükten sonra gayet rahat ve sakin bir şekilde objenize konsantre olun. Kendinizi kasmamaya özen gösterin. Kendinizi serbest bırakın.

Bu andan itibaren, durugörü yeteneğinizin ortaya çıkmasına müsait bir ortamın içinde bulunduğunuzu bilin. İşte tam o anda daha önce belirlediğiniz bir anahtar sözcüğü üç kez tekrarlayarak kürenizin içinde ya da kum diskinizde oluşmaya başlayacak imajları beklemeye başlayın. Bu anahtar sözcük çalışmalarınız ilerledikçe şuraltınıza post ipnotik bir telkin yapacağı için, belli bir süre sonra bu sözcüğü söyler söylemez, imajlar kendiliğinden belirmeye başlayacaktır. Bu sözcüğün yararını çalışmalarınız ilerledikçe daha çok göreceksiniz. Bu anahtar sözcük: "Durugörüm çalışmaya başlıyor..." gibi bir cümle de olabilir...

Bir süre sonra bakışlarınızı yönlendirdiğiniz objeniz fülulaşarak gözünüzün önünden silikleşip kaybolacaktır. Sonra yeniden tüm netliğiyle ortaya çıkacaktır. Bu durum birkaç kez yaşanabilir. Bu sırada alnınızın çevresinde sanki sıkı bir bant varmışçasına bir duyguya kapılabilirsiniz. Ayrıca iki kaşınızın birleştiği nokta ile burun kökünüzün alnınızla birleştiği bölümlerde gıdıklanmaya benzer bir kaşıntı hissi de duyabilirsiniz...

Objeninizin gözünüzün önünden kaybolup yeniden belirmesi, göz merceklerinin dikkatini belli bir noktaya toplamasını kontrol eden kasların yorumlamasından dolayıdır. İlk denemelerinizde yaşadıklarınız bunlardan ibaretse, hiç bir imaj göremiyorum diye cesaretsizliğe kapılmayın. Unutmayın ki, İstanbul bir günde fethedilmedi...

Eğer sabır gösterirseniz, çalışmalarınız ilerledikçe diğer belirtiler de ortaya çıkacaktır. Örneğin, baktığınız objenizin yavaş yavaş gri bir sis tabakasıyla bulutlanmaya başlayabilir.... Söz konusu bulutlanma olayı iyice yoğunlaşarak tüm objenizi kaplayacaktır... Sonra bu sis ve bulut tabakası dağılmaya ve küçük bulutlar halinde dönmeye başlayacaktır. Bu arada parlak ışıklar ve kıvılcımlar objenizde görünmeye de başlayabilir.

Bu gelişmeler karşısında heyecanlanarak dikkatinizi dağıtmayın ve konsantrasyonunuzu bozmayın. Eğer bunu başarabilir ve zihninizi sakin tutmayı sürdürebilirseniz, bu durumda objenizin üzerindeki görüntüler artacaktır. Parlak renkli manzaraların parça parça görüntüleri ciddi ya da neşeli insan yüzleri, ağaçlar, evler gibi çok çeşitli görüntüler belirmeye başlayabilir. İlk başlarda bu görüntülerin uzun süre kalamadıklarına şahit olacaksınız. Bu görüntüler, uykuya giriş ve uykudan uyanış sırasında görülen rüya öncesi imajların akrabasıdır. Şimdi bunları siz uyanık bir zihinle görmektesiniz...

Bu aşamaya kadar gelebildiyseniz önemli bir mesafe kat ettiniz demektir. Sizde artık durugörünün, "basit durugörü" denilen aşamasının çalışmaya başladığını söyleyebiliriz. Zihninizi sakin ve gevşemiş tutarak objenize konsantre olmanın ustalığını deneylerinizle bizzat kendiniz, her geçen gün biraz daha iyi keşfedeceksiniz. Bu ilk başta size oldukça zor görünüyordu... Buna rağmen yine de zaman zaman benzer sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Bazen görüntüleriniz bir anlık heyecanlanmanızdan dolayı kesilmeye devam edebilir. Ya da bir gün önce rahatlıkla bazı imajlar görürken, bir gün sonra hiç bir şey göremeyebilirsiniz. Bu, o günkü biyoritmlerinizden, fiziksel ya da psikolojik durumunuzdan kaynaklanıyor olabilir. Ancak tecrübeniz arttıkça bu istenmeyen durumlarla daha kolay başedebileceksiniz...

Buraya kadarki çalışmalarınız sırasında gördüğünüz imajların size hernagi bir bilgi ya da mesaj aktarıp aktarmadığını tahlil etmenizi sizden istemedik. Bu nedenle siz de bu aşamaya kadar yapacağınız deneysel çalışmalarınızda gördüğünüz imajların ne anlama geldiği üzerinde durmayın. İlk başta sizden istenen basit durugörü yeteneğinizi ortaya çıkartmaktır. Mekan içinde durugörü ve zaman içinde durugörü aşamalarına geçmeniz için yapmanız gereken başka çalışmalar ve almanız gereken bir takım önlemler bulunmaktadır.

Kontrolün Ele Alınması

Basit Durugörü yeteneğinizin sizde işlerlik kazanması için önerilen egzersizleri yapmakla kapalı olan bir kanalı açmış olacaksınız. Eğer bunu yaparsanız hemen ardından almanız gereken bazı tedbirler vardır. Bu tedbirleri almayan hatta bu tedbirlerin alınması gerektiğini bile bilmeyen çok sayıda kişi bulunmaktadır. Bu kişilerin birçoğunda durugörü yeteneği hiç bir Özel çalışma yapmadan kendiliğinden açılmıştır. Bazıları ise yarım bilgilerle birşeyler yapmaya çalışmış "yarı eğitilmiş" durugörürlerdir. Bunlar esen rüzgarın merhametine kalmış çevrelerinden gelen hertürlü pozitif ve negatif tesirlere karşı hiç bir kontrol mekanizması geliştirememiş olan kişilerdir.

Sevgili ziyaretçileimiz, durugörü yeteneğinizin ortaya çıkartılabilmesi için belli bir süre bazı imajların görülmesi için çalışılır. Ancak bu sağlandıktan sonra, bu imajları görmemek için ayrı bir çalışma daha yapılması gerekir. Şimdi bu da ne demek? Birkaç imaj görmek için bu kadar uğraş dur... Sonra da bu imajları görmemeye çalış... Evet... "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu..." diyebilirsiniz ama öyle değil...

Bu sözlerden amaç, kontrolün ele alınmasıdır. Yani istediğiniz zaman imaj görüp, istemediğiniz zaman görmemek prensibidir. Yolda yürürken, otobüste, araba kullanırken ya da bir vitrinin camına bakarken imajlar görmeye başlayan pekçok kişi vardır. Böyle bir duruma sebebiyet vermemek için kontrolün sizin elinizde bulunması gerekir.

Kontrolü nasıl sağlayacaksınız?

Bu son derece kolaydır. Yapacağınız tek şey: Durugörü egzersizleri sırasında imajlar görmeye başladıktan belli bir süre sonra; kendi iradenizle çalışmayı şimdilik bitirdiğinizi söyleyerek psişik yeteneğinizi kapatmaktır. Bunu söyledikten sonra fiziksel dünya faaliyetleriyle ilgilenin. O sırada ya da başka bir zaman diliminde isteğinizin dışında bazı imajlar görmeye başlarsanız hemen dikkatinizi başka bir şeye yönlendirin. Bu hemen yapılmalıdır. Yani isteğinizin haricinde bazı imajlar daha ortaya çıkar çıkmaz buna bir set çekmek gerekir. İmajlar iyice sizi kaplarsa onları kapamak zor olabilir. Tekrar ediyorum: Amaç siz istediğiniz zaman imajlar görmektir. Kontrol mutlak surette sizin elinizde bulunmalıdır.

Bu kontrol mekanizmasını kurmanızda size en fazla yardımcı olacak etkenlerden bir diğeri de, kendi kendinize gevşeme halindeyken vereceğiniz telkinlerdir. Bu telkinler arasında, sadece sizi büyük bir tehlikeden korumak amacıyla size mesaj ileten imajların, sizin isteğiniz dışında da şuurunuza yansımasına izin verebileceğinizi söyleyen bazı parap-sikologlar bulunmaktaysa da, biz yine de en küçük bir riske atılmamanız için, tüm kontrolün sizin elinizde bulunmasından yanayız.

Durugörü çalışmalarında kullanacağınız anahtar sözcük size bu alanda da büyük bir kolaylık sağlayacak ve o sözcüğü söylemeden imaj görmeye başlayamayacaksınız. Psişik gücünüzün ortaya çıkartılmasında nasıl ki kendinizi kesinlikle kasmayın ve sıkmayın dediysek kontrolün ele alınmasında da aynı şeyleri söylemek durumundayız. Kontrolün ele alınması sizde kendinizi zorlamaya dönüşmemelidir. Tek bir cümleyle özetleyecek olursak; ihtiyacınız olan en önemli faktörler irade, istek, konsantrasyon, telkin ve bütün bunlara bağlı olarak düşüncelerinizi yönlendirmektir.

Kontrolün ele alınması konusunda son bir kaç uyarımız daha olacak... Durugörü çalışmalarınızı 30 dakika ile sınırlamayı alışkanlık haline getirin... Bu sürenin sonunda ne meydana geliyorsa gelsin mutlaka durmalısınız. Şuuraltınızı verdiğiniz emirlere itaat etmesi için kendi kendine telkin ve konsantrasyon çalışmalarıyla önceden eğitmiş olmalısınız.

Belli bir çalışmadan sonra ortaya çıkmaya başlayacak olan yeteneğinizin gelişmeye başladığından kimseye söz etmeyin... Bu sırrı içinizde saklayın... Ve asla kendinizi diğer insanlardan üstün görme gibi bir gidişe kaptırmayın... Belki şu anda böyle bir sözün size söylenmiş olması bile gereksizmiş gibi görünebilir ama durugörüsü son derece gelişmiş birçok kişinin büyük bir egoistçe tutum içine girebildikleri de ayrı bir gerçektir. Siz bende böyle bir şey olmaz diyorsanız da, yine de dikkatli olmanızı hatırlatmakta yarar görüyorum... Aksi takdirde negatif enerjileri bünyenize çekmeye başlayacağınızdan dolayı, istenmeyen sonuçlarla karşılaşabilirsiniz...

Yapılan araştırmalar, deneyler ve istatistikler göstermiştir ki, pisişik yetenekleri yeni yeni gelişmeye başlayan kişilerde; geçici sinirlilik, ani coşkulara ya da derin üzüntülere kapılmak gibi bazı heyecansal duygu halleri görülebilmektedir. Bu bir yere kadar normaldir. Duyarlılığınızın artması ve buna bağlı olarak da çevrenizden gelen negatif enerjileri anında farketme-nizden doğan bir tepkidir bu... Ancak bu konuda da kontrolü elinizde tutmak zorundasınız. Zaten bu durum geçicidir ve belli bir süre sonra psişik güçlerinizin gelişmesine uyum sağlamaya başlayacaksınız.

Alçak gönüllüğü kesinlikle elden bırakmamak ve ruhsal olgunluğunuzu psişik gelişmenizle orantılı bir şekilde yürütmek en önemli amaçlarınızdan biri olmalıdır... Amacınız sadece ruhsal güçlerinizi geliştirmek olduğu müddetçe, arzu edilen dengeyi hiç bir zaman kuramazsınız. Şu deyişi,hiç unutmayın: "Psişik gelişmede her adım için, ahlaki gelişmede iki adım atın." Başka söze gerek var mı?... Bu maddeyle ilgili sanırım başka söze gerek yok ama uyulması gereken temel prensiplerle ilgili son bir nokta daha var:

Durugörü egzersizlerine ilk başladığınız günden itibaren tüm çalışmalarınızı, meydana gelen gelişmeleri, yaşadığınız tecrübeleri, o gününüzü nasıl geçirdiğinizi, duygusal olarak kendinizi nasıl hissettiğinizi, kendi kendinize verdiğiniz telkinleri kısacası her şeyi sanki günlük tutuyormuş gibi baştan sona not ediniz. Başarıları ve başarısızlıklarınızın sebeplerini bu şekilde çok daha iyi tahlil edebilirsiniz. Aynı zamanda bu işlem sizde belli bir çalışma disiplinini de beraberinde getirecektir...

Görünmeyen Gözlerinizi Açın...

Durugörü çalışmalarında fiziki gözlerin hiç bir etkisi yoktur. Görülen tüm imajlar duyular dışı bir algılama ile farkedilmektedir. Bu nedenle durugörü yeteneğiniz çalışmaya başladıktan sonra gözlerinizin açık ya da kapalı olmasının hiç bir önemi yoktur.

Gözlerinizin açık ya da kapalı olması sadece uyguladığınız teknikle ilgili bir ayrıntıdır. Genellikle pratik durugörü tekniklerinde uygulanan yöntem, gözlerin açık olduğu ve az önce sizlere aktarmaya çalıştığımız bir objeye konsantre olma metodudur. Eğer bu metot size uygun gelmiyorsa gözlerinizin kapalı tutulduğu teknikler de vardır. Bu metotda fiziki gözlerinizi kapatıp, görünmeyen gözlerinizi açacaksınız... Şimdi bu metodu görelim... Siz kendinize bu metotlardan hangisi uygun görüyorsanız onu seçebilirsiniz...

Aşağıdaki teknik tamamen kendi kendinize yapacağınız telkinlere dayanır... Aşağıdaki sözleri kendi kendinize içinizden telkin edebileceğiniz gibi, daha önce hazırladığınız bir teyp kasedinden de yararlanarak kendinize dinletebilirsiniz... Gözlerinizin kapalı olduğu bu tekniği uygulayabilmek için yatağınıza uzanın ve nefes alma tekniklerini de kullanarak derin bir şekilde gevşeyin...

"Zihninizi tamamen boşaltın... Zihninizi biraz sonra çıkacak görüntülere kaydırın... Zihninizin derinliklerinden, karanlıklar içinden çıkacak olan ışığı düşünün... Sadece ışığa konsantre olun... Kendinizi asla zorlamayın... İlk denemelerde göremeseniz bile zaman içinde kendi kendinize telkin ettiğiniz tüm imajları rahatlıkla görebileceksiniz... Acele etmeyin... Kendinizi serbest bırakın... Birazdan karşınızda ışığı göreceksiniz... Önce hafif bir dumana bakıyormuş gibi bir his duyacaksınız...

Yoğun ve kuvvetle aydınlatılmış bu dumana bakın... Dumanı izlerken gittikçe zayıfladığını hissedeceksiniz... Yavaş yavaş kaybolacak... Kaybolurken siz o dumanın içinden çok sevdiğiniz bir yeri göreceksiniz... Belki de evinizin çok sevdiğiniz ya da kendinizi rahat hissettiğiniz bir bölümü... Dumanın içine bakın... Birazdan dağılıp gidecek ve sizin sevdiğiniz yer ortaya çıkacak... Onu gittikçe daha net olarak göreceksiniz... Duman kalkıyor... Ve siz birazdan orayı açık olarak göreceksiniz... Oraya bakın... Bakın oraya... Bütün dikkatiniz o hayale yönelmiş olsun... Bütün dikkatiniz o hayale yöneldi...

Görüntünün kesinleşmesini ve berraklaşmasını bekleyiniz... Kendinizi serbest bırakın... Gevşeyin... Daha çok gevşeyin...Görüntü gittikçe daha berraklaşıyor... Görüntüyü izliyorsunuz... Görüntü kaybolabilir... Telaşlanmayın... Yeniden ortaya çıkacaktır. Dikkatinizi o görüntüye yönlendirin... Onu tekrar görüyorsunuz... Onu izleyin... Şimdi de görüntünün içinden bir çiçek çıkmasını isteyin... Bunu düşünün... Çiçek karşınızda beliriyor... Bütün dikkatinizi bu görüntüye yönlendirin... Bütün dikkatiniz bu çiçek üzerinde... Dikkatinizi her ayrıntısı üzerinde tutunuz... Rengine dikkatle bakın... Şimdi başka bir renk seçin...

Çiçek sizin seçtiğiniz bu renge bürünecek... Renk değişimi düzenli olacak... Çok yavaş bir şekilde gelişecek... Aradaki bütün renklerden geçip sizin tercih ettiğinize yaklaşacak... Sonunda çiçeği sizin tercih ettiğiniz renkte görene kadar dikkatle çiçeğe bakın... Zihniniz bomboş... Siz bütün dikkatinizi incelemekte olduğunuz görüntüye yönlendiriyorsunuz... Görüntü iyice netleşti... Çiçeğin kokusunu bile hissedebiliyorsunuz... Koklayın... Bu koku sizi daha da gevşetiyor... Zihniniz bomboş... Çiçeği son bir kez koklayın ve bırakın gitsin... Zihniniz bomboş... Görüntü kayboldu... Zihninizi yeni bir görüntüye hazırlayın..."

Sevgili ziyaretçilerimiz önemli bir hatırlatmada bulunmak için küçük bir parantez açma ihtiyacı hissediyorum. İlk başlarda bu telkinlerinize karşılık alamasanız da çalışmanızı sanki imajları görüyormuş gibi sürdürün.Ya da siz başka bir şey telkin ederken, zihninize başka bir görüntü de gelebilir. İlk başlarda o gelen görüntüyü belli bir süre izleyin. Ancak daha sonraları onu geri gönderin ve siz istediğiniz görüntüyü zihninizde canlandırın. Bu kontrolün elinizde tutmanız bakımından yararlıdır. Bu küçük hatırlatmadan sonra, biz tekrar çalışmamıza geri dönelim.

"... Şimdi de kendinizi televizyonunuzun karşısında düşünün... Daha önce seyrettiğiniz bir programı orada yeniden izleyebilirsiniz... Ekran tam karşınızda duruyor... Kendinizi onu seyrederken düşünün... Programın bir parçası az sonra ekranda belirmeye başlayacak... Tüm dikkatinizi ekrana yönlendirdiniz... Onu seyrediyorsunuz... Sanki gerçekten ona bakıyormuşsunuz gibi son derece net görüntüler gelmeye başladı... Programı seyredin... Bekleyin... Program gittikçe netleşiyor... Bomboş bir zihinle görüntülere bakın... Aynı zamanda sesini de duyuyorsunuz... Hepsi çok canlı ve gerçek bir izlenim veriyor...

Az sonra gözlerinizi açacaksınız... Şimdilik bu sakin ve hoş durumda kalın... Kaslarınızın gevşek durumunu koruyun... Hafızanızın boşluğunu koruyun... Biraz sonra gevşeme halinden çıkmadan gözlerinizi açacaksınız... Sakin ve rahat durumunuzu koruyun... Evet... Şimdi yavaşça gözlerinizi açın... Ve ilgisiz bir seyirci gibi çevrenize bakın... İlgisizce bakın... Çevrenizdeki cisimlere bakın... Hepsinin çevresine bakın... Cisimlerin çevresinde renkli haleler göreceksiniz... Şayet renklen açık olarak görüyorsanız bir sonraki cisme geçin... Bu deneyden çok memnunsunuz... Özellikle bazı cisimler çok renkli haleler çıkartıyor...

Bu cisimlere geçin... Tekrar gözlerinizi kapatın... Zihniniz bomboş... Vücudunuz gevşek... Bu harikulade bir gevşeme durumu... Uyanınca kendinizi tamamen yenilenmiş hissedeceksiniz... Biliyorsunuz ki alıştırmanın her tekrarı gevşemenize ve kolaylıkla düşüncelerinizi sakinleştirmenize yardım edecek... Bu alıştırmanın her tekrarı gittikçe daha kolay bir şekilde istenilen şuur durumuna girmenize yardım edecek... Ve duyu dışı algılamalarınız kolaylıkla gelişecektir... Her zaman düşüncelerinizi kontrol edebileceksiniz... Görüntülere hakim olacak ve durugörü algılamanızı geliştireceksiniz... Görüntüler denetiminiz altında olacak...

Sadece görmek istediğiniz görüntüler belirecek... Düşünceleriniz yapıcı yararlı ve pozitif olacak... Yaşamınız mutlu verimli ve başarılı olacak... Az sonra yavaş yavaş bu gevşemiş şuur durumunu terketmeye başlayacak ve normal şuurunuza geri döneceksiniz... Bunun için kendinizi hazırlayın... Gittikçe gevşeme şuurundandan çıkıyorsunuz... Normal uyanık halinize dönünce yenilenmiş olduğunuz, iyimser olduğunuzu ve yeni bir enerjiyle dolu olduğunuzu hissedeceksiniz... Normal şuurunuza geri dönüyorsunuz... Ellerinizi, ayaklarınızı ve başınızı oynatın ve kendinizi gerin... Tamamen uyandınız... Son bir kez gerinerek gözlerinizi açın..."

Kahinlik ve Durugörü

Yukarıda aktarılan metotlarla yapacağınız pratik uygulamalar sizde belli bir süre sonra basit durugörü yeteneğinizin işlemeye başlamasına imkan sağlayacaktır. Şu ana kadar görmüş olduğunuz imajların büyük bir bölümü sizin şuuraltınızdan kaynaklanan ya da sizin iradeniz sonucu sizin düşüncelerinizin sonucu ortaya çıkan görüntülerdi... Ancak psişik vizyonunuzu mükemmelleştirmek için hiç bir zaman çaba göstermekten vazgeçmemek gerektiğini unutmayınız. Henüz keşfedilmeyi bekleyen sınırsız derinlikler ve imkanlar sizi beklemektedir. Bu araştırma alanında son yoktur...

Çalışmalarınız ilerledikçe mekan içinde durugörü ve hatta zaman içinde durugörü yetenekleriniz de gelişmeye başlayacaktır. Eğer böyle bir ideale ulaşmayı hedeflediyseniz, yapacağınız tek şey muntazam ve düzenli olarak çalışmalara devam etmektir. Bu aşamalara gelebilmek ve bu aşamaları kalıcı halde tutabilmek için mutlak surette egonuza hakim olmanız şarttır. Eğer bunu başaramazsanız mekan içinde durugörü ya da zaman içinde durugörü yeteneğine ulaşsanız bile bu yeteneğinizi uzun bir süre elinizde tutamazsınız.

Merak etmeyin gelip de biri bu yeteneği sizin elinizden alamaz... Ancak onu siz onu elinizde tutamazsınız. Şahsen araştırmalarım süresince; egosunun büyümesine ve egoistçe bir tutum içine girmekten kendisini koruyamadıkları için, çok sayıda ileri seviyelere ulaşabilmiş durugörü medyumunun bu yeteneklerini kısa bir süre sonra kaybettiklerine şahit olmuşumdur. Dünya üzerinde de bunun sayısız örnekleri vardır...

Durugörü yeteneğinin en son aşaması geçmiş ve gelecekten bilgiler alabilmektir ki, buna zaman içinde durugörü adı verildiğini başta söylemiştik. Gelecekten bilgiler alabilmek demek gelecekte olacak tüm olayları noktasına virgülüne öğrenmek demek değildir. Gelecekten bilgi almak gelecekte meydana çıkacak olan sadece bazı belirli olaylar hakkında bilgiler alabilmek demektir. Durugörü medyumu daha çok hangi alanlarda merak sahibiyse ya da daha çok hangi alanlara karşı ilgi duyuyorsa o konularla ilgili bilgiler alabilir.

Kehanet yeteneğine sahip olmak demek aslında zaman içinde durugörü yeteneğine sahip olmak demektir. Bu açıklamadan hareket ederek, dünya üzerinde ortaya çıkan bilinen ya da bilinmeyen tüm kahinler bu yeteneğe sahip kişilerdi diyebiliriz. Bunların içinden en tanınmışı şüphesiz ki Nostradamus'dur. Eğer onun hayatını konu alan filmi izlediyseniz, kendisinin durugörü yeteneğinin nasıl çalıştığım ve gelecekte ortaya çıkacak bazı olayları sanki televizyon ekranından seyredermişçesine nasıl izlediğini görmüşsünüzdür.

Ancak hemen ifade etmeliyim ki, bu derecede ileri seviyeli bir durugörüye sahip olmak hiç de kolay değildir. Belli bir ruhsal olgunluk ve büyük bir sorumluluk ister... Nostradamus kendisine düşen bu sorumluluğu son derece büyük bir alçak gönüllülükle yerine getirmiş ve gelecekle ilgili almış olduğu tüm bilgilerini açık bir şekilde değil şifrelendirerek geleceğe emanet etmiştir. Bir başkası olsa böbürlene böbürlene bunları aktarmaya kalkabilirdi.

Yine konu açıldığı için hatırlatmadan geçmek istemiyorum, eski Sufi Geleneği'nde de bu prensip aynen uygulanırdı. Durugörüsü gelişen hiç bir Sufi gelecekle ilgili aldığı bir bilgiyi açık bir şekilde değil, üstü örtülü bir şekilde vermeye aşırı bir özen gösterirdi. Bu yolun edebi budur... Bu edebe uyamayacak olanlara bu yolun kapısı uzun süre açılmaz...

İşte bu nedenle, size yaptığınız çalışmalardan ve elde ettiğiniz gelişmelerden kimseye söz etmeyin demiştik... Turnike programına katılan Cenk Koray, küreler içindeki dolu kartları gözlerini kapatarak bir kerede bilmişti... Hem de önce boşları sonra da doluları söylemişti. Seyredenleriniz hatırlayacaklardır. Güner Ümit buna çok şaşırmış ve Cenk Koray'a bunu nasıl yaptığını sormuştu...

İşte o anda Cenk Koray'ın hali, tavrı ve verdiği cevap az önce sözünü ettiğim tam bir alçak gönüllülük ifadesiydi: "Gözlerimi kapattım gördüm..." diyerek kendisindeki durugörü yeteneğini telaffuz bile etmeden soruyu geçiştirmiş ve kendisindeki bu yeteneği normal, basit bir olaymış gibi göstermeye aşırı bir özen göstermiştir.

İleri Teknikler

Rahatlıkla birtakım imajlar görmeyi başardıktan ve bu imajlar üzerinde kontrol sağlayabildikten sonra artık ileri tekniklere geçebilirsiniz. Bu ileri tekniklerden amaç, sizdeki mekan içinde ve zaman içindeki durugörü yeteneğini ortaya çıkartabilmektir. Şimdi bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini görelim: Çalışmalarınızı not ettiğiniz defterinizde artık yeni bir sayfa açıyorsunuz... Bu yeni sayfanın üstüne "kehanet çalışmaları" yazınız... Ve her çalışmanızı ayrıntılarıyla not etmeye devam ediniz.

Bu çalışmayı ister gözleriniz kapalı uzanmış bir şekilde isterseniz kristal kürenize, kum diskinize ya da içi su veya siyah mürekkep koyduğunuz kabınıza konsantre olarak yapabilirsiniz. Tercihinizi yaptıktan sonra derin gevşeme halini ağlayınız. Derin gevşeme halinin sağlanmasından sonra farklı bir uygulamaya girişeceksiniz. Şuuraltınızda rakamlarla, zaman arasında bir özdeşlik kuracaksınız... Şuuraltınız birkaç çalışmadan sonra bu programa kendisini uyarlayacaktır...

Zihninizde bir zaman reostası yapacaksınız... Reostanın düğmesini zihniniz, mekanizmasının işlemesini ise şuuraltınız düzenleyecektir... Konuyu biraz açalım... "O" içinde bulunduğunuz anı ifade edecek. "0"dan geriye doğru gitttiğinizde zamanda da geriye doğru zihniniz kaymaya başlayacak. Bunu sadece düşüncelerinizi konsantre ederek gerçekleştireceksiniz. Siz düşüncelerinizi buna yönlendireceksiniz... Bundan sonrasını şuuraltınız programlayacaktır... Eğer o ana kadar kendisinden istediğiniz bilgiler ona gelmemişse ki, bu gelecekle ilgili istekleriniz sonucunda oluşacaktır, işte o zaman şuuraltınız ihtiyacı olan bilgileri kendi dışında arayacak, bulacak ve size taşıyacaktır. Bu inanılması son derece güç, olağanüstü bir mekanizmanın çalışmasıyla gerçekleşebilecek bir meseledir.

Peki bu pratikte nasıl uygulanacak? Derin gevşeme haline geçin demiştik... Ordan devam edelim... Zihninizde yatay bir hayali çizginin varolduğunu düşle-yin... "O" rakkamı bu çizginin tam ortasında dursun... Ve bu hayali çizginin üzerinde, "O" rakkamının solunda ve sağında yan yana birbirine bağlı olarak duran sonsuz sayıda ekran bulunduğunu düşleyin... Derin gevşemeyi sağladıktan sonra bu ekranları gözünüzün önünde canlandırın... Ve kendi kendinize Şu telkinde bulunun:

"Az sonra geçmişe ve geleceğe bir yolculuk yapacağım... Bunu yapabilmek için ekranlara konsantre olacağım... "0" rakamının solundaki ekranları izlediğimde geçmişte yaşadığım veya başkalarının yaşadığı olayları izleyeceğim... "0" rakamının sağındaki ekranlar ise bana gelecekte yaşananı çak olayları gösterecek... İhtiyacım olan bilgileri şuuraltım bana sağlayacak... Çalışmalarım ilerledikçe bunu çok daha kolay gerçekleştireceğim..."

İlk denemeleriniz şuurunuzun derinliklerine doğru olmalıdır. Yani sizin daha önce yaşadığınız olaylardan birini yeniden izlemeyi istemelisiniz. Bunun için konsantre olun, gevşeyin ve tam karşınızda bulunan ekranlarda sol tarafa doğru gitmeye başlayın. Teker teker ekranları geçin. Bu geçişler gayet yavaş olsun. Sola doğru yirmiye kadar sayarak teker teker 20 ekranın önünden geçtiğinizi düşleyin. Yirminci ekranın önüne geldiğinizde gözünüzün önünde duran ekrana yönelin. Gayet rahat ve sakin olun...

Ekranı kendinizi hiç zorlamadan izlemeye başlayın. Önce ekranın aydınlandığını ve sonrada sisler içinden bir takım görüntülerin çıktığını farkedeceksiniz. Önce görüntülerin ne olduklarını anlamaya çalışmadan kayıtsızca izleyin... Görüntüler iyice canlandığında bu imajların daha önce yaşadığınız ne tür bir olaya ait olduğunu, ve ne zaman gerçekleştiğini anlamaya çalışın... Ancak bunu yaparken fazla mantık yürütmemeye özen gösterin... Çünkü aşırı mantık yürütmek sizi gevşeme halinden uzaklaştıracaktır.

Bu egzersizleri rahatlıkla yapabilir bir hale gelince artık çalışmalarınızı bir adım daha öteye götürebilirsiniz... Sıra gelecekle ilgili ekranları okumaya geldi... Bunu da aynı teknikle yapacaksınız. Ancak bu sefer "0" rakamının solundaki değil, sağındaki ekranları gözlemleyeceksiniz. Zamanın gerilerine değil, zamanın ilerilerine doğru bir yolculuğa çıkacaksınız. Bu yeni duruma kendinizi konsantre edin. Lazım gelen tüm bilgilerin şuuraltınız tarafından bulunarak size iletileceğinden emin olunuz. Ve bunu şuuraltınıza pek çok kez çalışmaya başlamadan önce telkin edin... "0" rakamından sağ tarafa doğru ekranları teker teker sayarak ilerlerken geleceğe süzülen bir yaprağın üzerinde olduğunuzu düşünün.

İsterseniz sihirli bir halının üzerinde uçtuğunuzu da imajine edebilirsiniz. Olayların henüz nesnelleşmediği bir zamana doğru hareket etmek istediğinizi kendi kendinize belirtmeniz çok önemlidir. Böylelikle şuuraltınız bundan haberdar olacaktır. Teker teker sayarak ekranların önünden geçerken geleceğe yolculuk yaptığınızın ve birazdan gelecekteki bir tarihte meydana gelecek bir olay hakkında bilgi alacağınızın şuurunda olun... Bu havayı yaşayın... Ekranları her sayışınızda biraz daha gevşeyerek geleceğe uzanın... Önünde duracağınız ekran size en doğru bilgiyi verecektir. İlk denemelerinizde yirminci ekranın önünde durun... Yakın bir gelecekte ortaya çıkacak bir olayın kısa bir bölümünü size gösterebilecek olan ekranın önündesiniz...

Ekranda görüntünün belirmesi için bekleyin. Zihninize bir şeyler doğması için çaba göstermeden sessizce bekleyin. Sanki gerçek hayatta o günün haberlerini televizyondan izlermişçesine önünüzdeki ekrana dikkatinizi yönlendirin. Az sonra gelecekten haberler verecek olan ekranınızda bir takım görüntüler ortaya çıkacaktır. Bunları dikkatle takip edin. Şuuraltınız gerekli olan bilgileri toparlayabilecektir. Ancak ona biraz zaman tanıyın. Onun bu yeni duruma akort olabilmesi için çalışmalarınızı disiplinli bir şekilde sürdürün. Bu sizdeki saklı bir yeteneğin geliştirilmesi için yapılan mucizevi bir eğitim çalışmasıdır...


Durugörü Ve İnsanın Gücü

ABD’de California’daki Stanford Araştırma Enstitüsü’nün doktorlarından Russell Targ ve Harold Puthoff’un çalışma odalarındaki telefon çaldı. Bu iki doktorun, duyu dışı algılama konusundaki araştırmalarını işitmiş olan kuşkucu bir bilim adamı, onları bir denemeye çağırıyordu.

Telefondaki bilim adamı, Targ ve Puthoff’un deneylerinde kendisinden yararlandıkları Ingo Swann adlı bir medyumun, coğrafi enlem ve boylamı verilen yerleri tanımlayabileceğinden söz ettiklerini işitmişti…

Deney için bir araya geldiler. Swann’den 49°20’ güney enlemi ile 70°14’ doğu boylamının kesiştiği yerde “görebildiklerini” anlatmasını istediler. Medyumun haritaya bakması kuşkusuz söz konusu değildi.O yerde, kayalık bir ada gördüğünü söyledi. İklim soğukmuş ve adada yapılar varmış. Yapılardan biri turuncu renkliymiş ve önlerinde birkaç yük aracı duruyormuş. Swann, kıyı şeridini de betimledi. Sözlerini, adanın belirli noktalarını bir harita taslağı üstünde işaretleyerek sürdürdü.

Medyumun anlattıkları bütünüyle doğruydu. Kuşkucu bilim adamının verdiği enlem ve boylam, Hint Okyanusu’nun güney kesimindeki Kerguelen Adaları’nın üstüne düşüyordu. Adalar, Fransız güney ve güney kutup bölgeleri yönetiminin bir parçasıydı ve üst atmosferin incelenmesiyle ilgili bir Fransız-Sovyet ortak araştırma projesinde üs olarak kullanılıyordu.

Swann’in betimlediği yapıların çoğu adadaydı ve onun bu konuda önceden bilgisi bulunmasına olanak yoktu.

Targ ve Puthoff, “Zihnin Ulaştığı” adını verdikleri ortak kitaplarında bu olayı anlattılar. Stanford Araştırma Enstitüsü’nde bu olay, duyu dışı algılamanın bir türü olarak “uzaktan görünümleme” diye adlandırıldı.

Bunun gibi başka deneyler de gerçekleştirilmişti. Tümünde de, enlem ve boylama göre tanımlama yapanlar, o yerlere daha önce gitmemişlerdi…
Telepati Deneyi

İki araştırmacı, Stanford Araştırma Enstitüsü’ndeki araştırmalarını sürdürdüler. Pat Price, eski bir polis komiseri ve California’daki Burbank kentinin belediye başkan yardımcısıydı. Duyu dışı algılama yeteneği yüksekti. Targ onunla konuşmaktayken, Puthoff elinde çok sayıda kapalı zarf arasından rastgele seçilmiş bir örnekle Stanford Araştırma Enstitüsü’nden ayrıldı.

Dışarı çıktıktan sonra zarfı açtı ve kendisini gideceği yere yöneltecek yazıyı okudu. Gittiği yerde yarım saat kalıp, yalnızca çevresine bakındı. Bu arada Price, telepati yoluyla, Puthoff’un gördüklerini “görmeye” çalışmaktaydı.

Pat Price, “dağınık” denebilecek bir anlatımla gördüklerini betimlemeye başladı. Anlattıkları yavaş yavaş derli toplu ve tutarlı duruma geldi. Yavaş yavaş kule biçimli bir yapının tanımlamasına girişti. Sonunda “Sanki Hoover Kulesi” dediği işitildi.

Hedef noktası, Price’ın gördüğü” gibi, Stanford Üniversitesi’nin tanınmış yapılarından Hoover Kulesi’ydi.

Bazı kişilerin “uzaktan görünümleme”yi öğrenebileceklerini düşünürsek, ortaya ilgi çekici durumlar çıkabilir. Bunlar çok gizli siyasal ya da ticari konuşmalara kulak misafiri olabilirler mi? Özel planları ya da belgeleri “görebilirler” mi? Gizli askeri bölgeleri gezip oralarda çalışan kişilere ilişkin bilgiler verebilirler mi? Duyu dışı algılamada en iyi sonuçlar, böyle durumların pek mantığa uzak sayılamayacağını gösteriyor…

Bir gün biri çıkıp da, her istediği zaman ve yerde duyu dışı algılama yeteneğini kullanırsa, o zaman ne olacak?



Hoover Kulesi
İnananların Farkı

New York City Üniversitesi’nde çalışan Dr. Schmeidler, 1940’ların sonu ile 1950’lerin başında binlerce durugörü (clairvoyance) denemesi yaptı. Deneklerin her birine, denemeden önce, deney koşulları altında duyu dışı algılamanın olabileceğine inanıp inanmadıklarını soruyordu. Amacı, duyu dışı algılamaya inananların, inanmayanlardan daha yüksek sayıda doğru oranına ulaşıp ulaşamayacaklarını görmekti.

Gerçekten de Dr. Sehmeidler’ın değerlendirmeleri böyle bir farklılığın olduğunu gösterdi. İnananlar, kendilerini olaya daha çok veriyorlar, daha çok doğru oranına ulaşıyorlardı. İnanmayanların doğru sayıları daha azdı…

Duyu dışı algılama ile kişilik arasındaki bir başka bağlantı, Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuvarı’nda Dr. Betty Humphrey tarafından bulundu. Araştırmacı, duyu dışı algılama için deneyeceği kişilere, deneyden önce boş bir kâğıt parçası vererek, istedikleri herhangi bir şekli çizmelerini söyledi.

Kâğıdın büyük bir bölümünü kaplayan iri resimler kişinin “rahat ve sakin” (dışa dönük) bir tip olduğunu anlatıyordu. Küçük, ürkek ya da basmakalıp çizimlerse, kişinin “kapalı” bir tip olduğunu gösteriyordu. Bunların duyu dışı algılamada aldıkları sonuçlar karşılaştırıldı. Rahat ve sakin kişiliklerin kapalı kişiliklerden daha başarılı oldukları ortaya çıktı.

Modern parapsikoloji uzmanları, günün ya da gecenin herhangi bir anında, bilinçlilik durumunda bir değişme yaratmaya dayanan bir yöntem kullanıyorlar. Bu yöntem şöyle uygulanıyor:

Önce, üstünde deney uygulanacak kişiden bir yatağa uzanması istenir. Gözleri, ortadan ikiye kesilmiş masatenisi toplarıyla örtülerek, üstlerine renkli ışık düşürülür ve kulakları kulaklıkla kapatılarak, aygıtın içine daha önce banda alınmış tatlı bir ıslık sesi verilir.

Bu durumda, kişinin zihnini çelecek görsel ya da işitsel bir bağlantı olmaz. Belirli bir uzaklıkta bulunan, önündeki resme dikkatini yoğunlaştırmış olan bir başka kişiden, duyusal sinyaller alması beklenir.

Bu yöntem, denek üstünde “Grenzfeld Durumu” denen bir etki oluşturmaktadır. Dr. Carl Sargent, bu yolla Cambridge Üniversitesi’ndeki araştırmalarında önemli sonuçlar elde etmiştir.
Fotoğraftakileri Biliyor

Dr. Carl Sargent’ın yaptığı denemelerde en iyi sonuçları aldığı kişilerden biri, genç bir bilgisayar uzmanı olan Hugh Aston dur. Aston bir denemede şunları anlatmıştı:

“İtfaiyecileri ve itfaiye merkezini görüyorum… İtfaiyecileri kesinlikle gördüm; siyah ve beyaz. Kişileri, ama yüzlerini değil. Sanırım yerde öndeki biri bu yana bakıyor… Genç bir yüz; sanki fotoğrafçı ‘hey’ diye bağırıyor ve yalnızca o dönüyor…”

Başka bir odada önündeki fotoğrafa bakmakta olan kişinin dikkatini yoğunlaştırdığı görüntü, özel eğitim yapılarında hortumla yangın söndürme çalışmaları yapan itfaiyecilerle ilgiliydi. Tümü fotoğraf makinesine arkalarını dönmüşlerdi (biri dışında). O bir kişi de, doğrudan doğruya fotoğrafçıya bakıyordu. Denemenin sonunda, fotoğrafa bakmakta olan kişi, odaya 4 fotoğraf getirdi. Bunların yalnızca biri deneyde kullanılmıştı. Hugh Aston’dan deneyde kullanıldığım sandığı resmi belirlemesi istendi; o da bunu hemen başardı.
Hipnozla Duyu Dışı Algılama

Duyu dışı algılamayı sağlamak için başarıyla kullanılan bir başka yöntem de, hipnozdur. Hipnotizmanın iki yüzyıl önce en yaygın türü olan Mesmerizm,kişiler üstünde paranormal etkiler yaratmakta kullanılıyordu. Marki du Puysegur, Victor Race adlı bir köylünün mesmerik bir trans sırasında Puysegur’un zihninden geçenleri söyleyebildiğine birkaç kez tanık olmuştu.

Eski SSCB’deki duyu dışı araştırmacıları, duyu dışı algılamayı sağlamak için hipnozdan yararlanmaya yoğun biçimde eğilmişlerdi. ABD’de yaşamakta ve çalışmakta olan Çekoslovak Dr. Milan Ryzl tarafından yürütülmekte olan çalışmalar, onların etkisiyle doğmuştur.

Bu doktor, daha Çekoslovakya’dayken, durugörü konusunda deneyler yapmıştı. Bir gün hipnotize ettiği genç kıza, bir arkadaşının başına gelebilecek tatsız bir olayı göz önüne getirmesini, böylece bu arkadaşının uyarılabilmesini söyledi.



Dr. Milan Ryzl

Josefka adlı bu kız, hipnotize edilir edilmez, 80 km uzakta oturan bir kız arkadaşının, bir lokantada, bir yabancıyla karşılaştığı sahneyi ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Onların oradan ayrıldıklarını, motosiklete binip hızla uzaklaştıklarını, gördüğünü söyledi. Sonra ansızın durduklarını söyleyip, haykırdı:

“Aman Tanrım! Oğlan onun bluzunu yırttı.” Sonra da, arkadaşına vahşice tecavüz edilen korkunç sahneyi ayrıntılarıyla anlattı.

Ertesi gün, gelecekteki bir olayı önceden görmüş olduğunu sanarak, kız arkadaşına telefon etti ve onu yabancı birinden gelecek bir motosiklet gezisi önerisini kabul etmemesi için uyarmak istedi. “Çok geç kaldın” karşılığını aldı. “Çoktan oldu. Dün gece. ” Josefka, ilgi çekici olayı bütün ayrıntılarıyla görmüştü.
İlgi Çekici Soruşturma

İngiltere’nin en ünlü gelecek bilimcilerinden Francis Kinsman, duyu dışı algılamanın pratik kullanımına yönelik ilgi çekici bir girişimde bulundu.

1979 yılının Mart ile Haziran ayları arasında, duyu dışı algılamada en ünlü 15 kişiye şu basit soruyu sordu: “İngiltere’nin dünyadaki rolünün 1980’lerde ne olacağım düşünüyorsunuz?”

Yanıtlar siyaset, iktisat, teknoloji ve toplumsal gelişmeleri de içerecek biçimde dallanıp budaklandı. Sonuçlar “Gelecek Zaman” adlı bir kitapçıkta yayınlandı. Kehanetler arasında, günümüzün dünya ekonomik sisteminin çökmesi, büyük depremler, yeni bir Ortadoğu savaşı ve Kraliçe’nin tahttan ayrılması da bulunuyordu…

Ancak belki de en ilgi çekici olanlar, duyu dışı algılama konusunda söylenenlerdi. Soruşturmaya katılanlar, tıp alanında duyu dışı tekniklerin kullanılmasında artış olacağını öne sürdüler. Söylediklerine göre, SSCB’deki uzmanlar duyu dışı araştırmalar alanında da büyük adımlar atmışlardı ve gizlice duyu dışı savaş deneyleri yürütmekteydiler. SSCB yöneticileri güvenliklerini sağlamak gerektiğinde Batı karşısında güçlü olabilmek için, bu alana büyük önem veriyorlardı…

Kaynak: Bilinmeyen Dergisi, Sayı:8 ve insanveevren.wordpress.com
Kaynak: www.gizlimi.com

17 Temmuz 2014 Perşembe

Uzaylılar Tarafından Kaçırılan Carmen'in Röntgen Sonucu Kafasında Çıkan Garip Nesne


Merhaba.Bugün sizlerle uzaylılar tarafından kaçırılan Carmen'in hikayesini anlatacağım.Aslına kadının adı Carmen değil bu takma adı.Ve herşey 15 Ekim 1990 günü gittiği "UFO"lar ve "Kaçırılmalar" konferansını dinlemeye gittiği gün ortaya çıkıyor.Toplantıdan ayrıldıktan sonra, 1984 yılında bazı tıbbi kontroller için çektirdiği kafatası röntgenlerini hatırladı. Ancak çekilen bu röntgen filmlerinde, kafatasının sağ tarafında yer alan dairesel ve metalik bir cisim çok net şekilde görülüyordu.
Mantıksal hiç bir açıklaması olmayan bu cismin başına nasıl yerleştirildiğini ve neler olduğunu anlamak için Carmen UFO araştırmacısı Arismaris Baraldi ile görüştü ve ipnoz seanslarına katılmayı kabul etti.

Ancak araştırmalar bu kadarla da kalmadı... Daha sonra çekilen röntgen filmlerinde, metal nesnenin kafanın sağ tarafından sol tarafına geçtiği görüldü... Carmen alay konusu olmamak için yaşadığı bu garip deneyimi herkesten saklıyordu. 1990 Martı'ndan itibaren bazı telepatik mesajlar almaya başladı. Carmen'e bilgi veren varlık, kendisini "Defe" adıyla tanıttı. Alfa Centauro Sistemi'ne bağlı Centrus Gezegeni'nden bir uzay gemisinin kaptanı olduğunu söylüyordu...

Carmen bu mesajlardan sonra akıl sağlığından şüphe etmeye başladı. Röntgende çıkan cismi ve kulağına fısıldanan mesajları unutmaya çalışsa da, iletişim öncekinden daha hızlı şekilde devam edecekti. Bir defasında "Defe" adındaki varlık Carmen'in mutfağında maddeleşti. Bu görüntü karşısında Carmen'in evinde beslediği kedisi ve köpeği adeta felç olmuş gibi hareketsiz kalmışlardı... Olaylar bununla da kalmayacaktı...


Başın üst kısmına yerleştirilen cisim, röntgen filminde net bir şekilde görülmektedir.

Bir başka gün, Carmen arabasıyla giderken, garip bir gücün etkisiyle, arabasıyla birlikte yukarı çekilerek uzay gemisine alındı. Yapılan ipnoz çalışmaları sonucunda, kurulan temasların çok daha eski yıllardan geldiği öğrenildi.

1976 yılında Carmen gemiye alınmış ve burada yapılan ameliyatta, beynine yerleştirilen cihaz sayesinde yaşadığı tüm deneyimlerini unutması sağlanmıştı. Cismin diğer görevi de Carmen'in zihinsel dengesini düzenleyip, gelecekteki temaslara hazırlanmasını sağlamaktı. Carmen bu ameliyattan hemen önce "Defe" ve diğer varlıkların kendisine hafifçe dokunduklarını ve bu sayede havaya yükselerek bir ameliyat masasına yatırıldığını hatırlıyordu...

Centrus'dan geldiklerini söyleyen varlıklar, Carmen'in fiziksel ve ruhsal sağlığının bozulup, sarılık başlangıcı nedeniyle Sao Paulo'daki bir kliniğe yattığı dönemde, onunla ilk temasları kurmaya karar vermişlerdi. Bu dönemde beden ve ruh arasındaki uyum bozulduğundan kaynaklanan gevşeme halinin, onun dışarıdan gelecek etkileri alması ve kanal açılması daha kolay olmuştu.

Carmen'e kaderini belirlemek için bir şans verildi. Ona eğer isterse temaslara son verebileceklerini ya da devam etmeyi seçerse bunun hayatı boyunca süreceğini açıkladılar... Carmen devam etmek istediğini söyledi.. 

Aşağıdaki görüntü Carmen'in kafatası röntgeninden: 


10 Temmuz 2014 Perşembe

Devler Gerçek mi ?


Biliyorum konumuzla pek alakası yok ancak bugün bu konuya değinmek istedim.Aslında uzun zamandır merak ettiğim bir konuydu.Detaylı bir araştırma yaptıktan sonra bulduklarımı sizlerle de paylaşmak istedim.Bu konu hakkında fikirlerinizi de duymak isterim.Lafı çok uzattığımın farkındayım bu yüzden konuya geçiyorum.

Kutsal kitaplarda özellikle de Tevrat'da devlere değinilmiştir.Öncelikle sizlerle kutsal kitaplarda devlerden nasıl bahsedildiğini paylaşmak istiyorum.Tevrattan birkaç bölüm:

“Orada gördüğümüz halk çok uzun boylu adamlardı. Ve orada, Nefilim’den olan, Anak oğullarını, Nefilim’i gördük. Biz kendi gözü­müzde çekirgeler gibiydik, onların gözünde de öyleydik.” (Sayılar Bölümü Bap: 13, 32, 33).

“İnsan arşınına göre, onun demir yatağı­nın uzunluğu dokuz arşın, eni dört arşındı.” (Tesniye Bölümü 3/11).

Tevratın yanı sıranda bizim kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de devlerden bahsedilir.Suudi Arabistan’ın Yemen topraklarında çok iri kişilerin oluşturduğu ‘Ad Kavmi’ olduğu Kur’an-ı Kerim’de yer alıyor. Bu Kavmin insanlara zulmetmeye başlamasından sonra Cenab-ı Allah tarafından bir kasırga ile yok edildiği de Kur-an-ı Kerim’de yazıyor. Kur’an-ı Kerim, dev Golyat’ı öldüren Davut Peygamber’den söz ederler. Golyat’ın mızrağı metrelerce uzunluğundadır.

Kur'an ve Tevratın yanı sıra: Aynca, mitolojinin ünlü Herkül’ü, Samson’u da birer devdirler. Yunan mitolojisinin devleri olan Titanları da unut­mamak gerekir.

Kutsal kitaplara değindikten sonra işte günümüzde ve yakın tarihte bulunan dev boyutlu insan kemiklerinin resimleri: 
















Bu resimleri gördükten sonra sizin yorumlarınızı bekliyorum.









10 Mayıs 2014 Cumartesi

ANTİK MISIRDA UFOLAR VE DÜNYADIŞI VARLIKLAR



Tarihin bilinmeyen dönemlerinden günümüze kadar ulaşmış eserlerin içerisinde insanoğlunun bilgi seviyesinin çok üstünde olanlar vardır. Bunlardan sadece bir tanesi de gerek Mısır’da ki gerekse Amerika’da ki Piramitlerdir. Dünden bugüne bilinen ve daha henüz yeni ortaya çıkarılmış Piramitlerin sayısı 80'e yakındır. Büyük çoğunluğu Nil’in Nehri’nin sol kıyısına kurulmuş ve vadide 40 kilometrelik bir alana yayılmışlardır. Bazıları ayrı ayrı sıralanmışken bazılarıysa gruplar halinde yer almaktadır.



Piramitler arasında en çok ilgi çekenleri üç büyük piramit olarak bilinen “Keops (Kufu), Kefren ve Mikerinos” dur. Giza şehrinde yer alan bu üç büyük piramit adlarını kurucularından almıştır.

Bu üç Giza Piramidinin geometrik ve gözlemsel ilkelere dayalı bir plana göre inşa edildiği ve bu planın da doğrudan astronomik gözlemlere dayandığı ileri sürülmektedir. Keops diye de adlandırılan bu Büyük Piramit, üç büyük piramidin ilki ve en kuzeyde olanıdır. 137 metre yüksekliğinde ve yaklaşık 6.5 milyon ton ağırlığındadır.

Büyük Piramit, konum olarak şimdiki Kahire şehri yakınlarındaki Nil Deltası’nın tabanına inşa edilmiştir. Piramidin yapım planına baktığımızda karşımıza sık sık 286,1022 sayısı çıkmaktadır. Bu sayı Piramitle ilgili anahtar sayı olarak belirlenmiştir, çünkü bu sayı güneş ve yıldız yılının değerini, güneş ile yeryüzü arasındaki uzaklığı, yeryüzü ile yörüngesi arasındaki ilişkiye göre yerçekimi kanununu ve yeryüzü yörüngesinin merkezkaç değişimlerinin sınırlarını belirlemeye olanak sağlamaktadır. Bu ufak sayı grubundan da anlaşılacağı üzere Piramit gerçek bir geometri ve matematik harikasıdır.

Dünyaca ünlü birçok bilim adamı ve yazar Giza’daki Keops Piramidi’nin bugünkü bilgilerimiz ve teknolojimiz ışığında bile yapılamayacağını ısrarla söylemektedirler. Büyük Piramit, hiçbir zaman anlaşılmamış olan bir tekniğin ve dehanın gözle görülür en önemli tanığıdır.

Sizce Keops Piramidi’nin yüksekliğinin bir milyara çarpımının yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı vermesi bir rastlantı mıdır? Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya bölmesi bir rastlantı mıdır? Taban çevresinin, yüksekliğin iki katına bölünmesinin Pi (p sayısı = 3,1415) sayısını vermesi bir rastlantı mıdır? Piramitte dünya ağırlığını gösteren hesapların bulunması bir rastlantı mıdır?




Piramidin kurulduğu kayalık alanın büyük bir özen ve doğrulukla düzeltilmiş olması bir rastlantı mıdır? Bizce bu mükemmeliyet tamamen planlanmış, üstün bir zekanın kullanılması sonrasında kasten ortaya çıkmıştır. Ve hiçbir veride rastlantı sonucunda bu devasa yapılara eklenmemiştir. O zaman bu bilgiler ışığında insanın aklına şu soru işareti gelmektedir.

Bu soruda, bu muhteşem devasa yapıların nasıl ve kimler tarafından inşa edildikleri meselesidir. Yapılan incelmelere göre Büyük Piramit ( Khufu ya da diğer bir adıyla Keops ) dünya karalarının tam ortasında bulunmaktadır. İnşası sırasında böyle dev bir yapının dünya karalarının tam merkezine oturtulması için, yörenin, hatta dünyanın uzaydan görülmüş olması gerekmektedir. Bu bakımdan ya uzaylılar ya da uzaylıların yetiştirdiği kimseler tarafından inşa edilmiş olmaları çok büyük bir olasılıktır. Bugün bile bölgede yaşayan Araplar, Büyük Piramidin “Uzaydan Gelen Ruhlar “ tarafından inşa edildiğine inanmaktadır.




Her ne kadar bugün okullarımızda okutulan tarih kitaplarında Piramitler hala mezar anıtları olarak yazılıysa da, Büyük Piramidin sadece Firavuna ait bir mezar olarak yapıldığıyla ilgili tüm bilgiler, gün geçtikçe geçerliliğini yitirmektedir. Bu geçerliliğini yitirmek üzere olan bilgilerin yerini buraların birer İnisiyasyon merkezi hatta güç elde etmekte kullanılan bir enerji üretici olarak yapıldığı konusundaki bilgiler almaktadır.

Buraların çok gizemli çalışmaların yürütüldüğü ve denemeler için gerekli enerjinin üretildiği birer jeneratörler topluluğu oldukları da iddia edilmektedir. Gerek bilinen ölçüleri, gerekse biçimiyle büyük Piramit ve diğerleri, mezar anıtından çok birer güç üretici olarak yapılmış olabileceklerini düşündürmektedir. Bu durum karşısında Raymond Drake’in belirttiği gibi böyle bir yapının inşa bilgisinin kaynağının ya uzaylılara ya da onların öğretisinden yararlanmış seçkin kişilere ait olabileceği olasılığı çok büyük ağırlık kazanmaktadır.

Dünya üzerinde yaşamakta olan bazı ruhsal yetenekleri gelişmiş kimseler bugün bile Piramitlerin manyetik enerji yayımını sürdürdüklerini ifade etmektedirler. C.H. Williamson’ un “ Other Tongues, Other Flesh ” ( Başka Diller, Başka Bedenler ) isimli eserinde belirttiğine göre, dünya dışı kökenli insanlar yapıyı meydana getiren çok iri taşları antigravitasyon ya da sonik yöntemlerle ilgili bilgilerini uygulayarak yerleştirmişlerdi.

Keops Piramidi, Kahirenin 16.km. kadar batısında bulunmaktadır. Taban genişliği yaklaşık olarak 53.000 m2’lik bir alanı kaplamaktadır. Orijinal yüksekliğinin 146 ile 148 m. arasında olduğu tahmin edilmektedir. İnşa edildiği dönemde üzerinde bulunması gereken Kapak Taşı’nın artık olmaması nedeniyle şimdiki yüksekliği 137 metre kadardır.

Yapılan ince hesaplamalara göre Büyük Piramitte bulunan taşların toplamı dünya üzerinde bulunan bir çok kutsal yapının üzerinde yer alan taş sayısından çok daha fazladır.

Büyük Piramidin yapımında 2.600.000 adedi aşkın granit ve kireçtaşı blok kullanılmıştır. Yapıda kullanılan taş bloklarının ağırlığı 2 tondan 70 tona kadar değişmektedir. Santimetrenin 40’da birine kadar bir hassasiyetle kesilen bloklar öyle bir hassasiyetle birleştirilmiştir ki, aralarındaki açıklık hiç bir zaman santimetrenin 20 de birini geçmez. Büyük Piramit üzerinde yapılan Karbon-14 çalışmaları yapıların inşa tarihinin M.Ö 71.000 olduğunu göstermiştir.

Kefren Piramidi de Büyük Piramidin hemen yanında yükselmektedir. Yüksekliği Büyük Piramitten biraz daha azdır. Ancak daha yüksek bir taban üzerinde inşa edildiğinden Büyük Piramitten daha büyükmüş gibi görünür. Taban kenarının uzunluğu 216 metredir. Mikerinos Piramidi ise, 70 metrelik yüksekliği ve 108 metreyi bulan taban kenarı ile diğerlerinin yanında çok küçük kalmaktadır.




Ancak bu üç önemli Piramidin kendi aralarında çok önemli ortak noktaları da bulunmaktadır. Bunlar kısaca şunlardır;

1 - Bu üç büyük Piramidin de yüzleri yere 52 derecelik açı yapar.

2 - Tüm Piramitlerin girişleri kuzeye bakan yüzlerinde açılmıştır. ve giriş tünelleri yerle 26 derecelik bir açı yapar. Bu doğrultudan gök kutbuna bakarlar.

3 - Bu günün astronomisi ve matematiği sayesinde çözülebilen karmaşık bir mimari yapıya sahip piramitler hakkında şöyle bir örnek fikir verebilir:

52 derecelik açı, piramitlerin inşaatçıları için dairenin kare haline getirilmesine ilişkin geometri probleminin çözümünü sağlayan bir çok önemli bir unsur olmuştur. Bu eğimde, yani 51 derece 52 dakikalık bir açıda yapılmış bir piramidin yüksekliği ile tabandaki çevre uzunluğu arasındaki oran, bir dairenin yarıçapı ile çevresi arasındaki orana eşittir. Bu oran ½ değerindedir. Sonuç olarak Gize piramitlerinin her birinin inşasında Pi = (p sayısı = 3,1416 ) oranının kullanılmış olması günümüz bilim adamlarının şaşırtıcı bulduğu çok önemli bir gerçektir.

Bazı çok önemli bilim adamları ve ökültistler bu yapıların inşasıyla ilgili olarak kendilerince şu açıklamaları yapmışlardır;


Teozofist A.P. Sinnett, Büyük piramidin yapımıyla ilgili şunları söylüyordu:

“ Keops Piramidinin yapımında kullanılan taşların manipülasyonu, ancak ve ancak, daha sonraları insanların yitirdikleri belirli bir doğa bilgisinin bu işte kullanılmış olmasıyla açıklanabilir. Doğanın gizemiyle ilgili o bilginin Veli bekçileri , ağır cisimlerin fiili ağırlığını istedikleri gibi değiştirebilecek şekilde maddenin çekimini kontrol edebilirler ve daima da edebilmişlerdir. Dev yapılar mimarisinin harikaları işte böyle açıklanır. Piramitlerin yapımını yöneten üstatlar, kullanılan taşları kısmen levite etmek şekliyle bu işlemi kolaylaştırmışlardı. Majik asalar... Üstatlara eski çağlarda, doğanın kudretini açığa çıkaran anahtarlar teslim edilirdi. Gizli kelimeler ve vibrasyonel dalga boyları ve dev granit blokların levitasyonu. ”


Okültist Annie Besant Piramitlerin yapımı hakkında şöyle diyor:

“ Mısır’daki taşlar ne sırf kas kuvvetiyle, ne de modern teknolojiyi aşan hünerli cihazlar kullanılarak dikilmişti. Bu taşlar, dünyasal manyetizmin güçlerini anlayan ve kontrol edebilen kişilerce dikilmişti. Neticede, taşlar ağırlığını kaybediyor ve tek bir parmağın temasıyla yönetilmek suretiyle havada yüzerek, belirlenen yerlerine oturuyorlardı.”

Acaba ünlü ökültist Annie Besant “ Dünyasal manyetizmanın güçlerini anlayan ve kontrol edebilen ” kişilerden söz ederken acaba kimleri kastediyordu?...




İster bu soruya Rahipler diyerek cevap verelim ister o zamanın bilim adamları, ortada sorulması gereken ve asla göz ardı edilemeyecek olan çok ama çok önemli bir soru yine kafaları karıştırmaya devam edecektir. Kafaları karıştıran bu içinden çıkılmaz soruysa rahiplere yada o çağın bilim adamlarına bu bilgileri kimlerin verdiğidir.

Şimdi aşağıda aktaracağımız bilgiler ışığında bu gizem dolu soruya hep beraber bir cevap arayacağız. İşte dünya’nın en gizemli eserleri olan Piramitler ilgili sorular ve onları inşa etmesi muhtemel olan dünya dışı varlıklara ait bir takım ip uçları...
Büyük Piramit’in kâidesinin çevre toplama 931 metre, 22 cm’dir. Yüksekliğin iki katı ile bu çevre bölünürse p sayısı (3,1416) ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında kraliçe odasının uzunluğu da yine p sayısına eşittir. Bu durum sizce bir rastlantı olabilir mi?
Keops Piramidi’nin yüksekliğinin bir milyara çarpımının yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı vermesi bir rastlantı mıdır?
Keops Piramidinin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon kat bloktan oluşmuştur. Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl sürer.. Ve bu taşların temin edilebileceği en yakın mesafe yüzlerce km. uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği bilinmemektedir.
Büyük Piramidin üstünden geçen meridyen karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böler ve Büyük Piramit dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunur. Böyle bir inşanın yapılabilmesi için bu noktanın uzaydan gözlenmesi ve oradan elde edilebilecek bilgiler doğrultuda gerçekleşebilmesi mümkündür. Peki o zaman bu zamanın insanları bunu nasıl yapabilmişlerdi?
Piramidin yüksekliğinin ( 164 m ) bir milyarla çarpımı güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verir.
Piramit kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler) bu durum nasıl olabilmektedir?
Mumyalarda nasıl olup da radyoaktif madde bulunmaktadır? Mumyaları ilk kez bulan 12 bilim adamı uğradıkları aşırı radyasyon sonrasında oluşan kanserden ölmüştür.


Piramitlerin içerisinde niçin radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır?
Kirletilmiş suyu, bir kaç gün Piramit’in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
Piramit'in içerisine bırakılan bir kase süt, bir kaç gün süreyle Piramidin içinde hiç bozulmadan taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir?
Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler. Güneş görmeyen ve yeterli suyu almayan çiçekler nasıl olur da Piramitler gibi karanlık ve havasız bir ortamda bu kadar çabuk gelişebilir?
Kesik, yanık, sıyrık gibi canlıların vücudunda meydana gelen yaralar Büyük Piramit'in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir. Bu duruma sebep ne olabilir?
Piramitlerin bazı gizli odaların olduğu belirlenmiştir. Bugün bile bu odacıkların içinde ne olduğu hakkında hiçbir kimsenin bir bilgisi yoktur. Bu odaları araştırmak isteyen bazı bilim adamları Piramidin bu kısımlarında kaybolmuştur. Mısırlı güvenlik güçlerince bilim adamlarının bazılarının bu odaları incelemeye çalışmaları engellenmiştir. Hatta burada görev yapan güvenlik güçleri bilim adamlarını sert bir biçimde ikaz ederek bu çalışmalarını kesmelerini istemiştir. Acaba bu odalarda nasıl önemli bir sır saklanmaya çalışılmaktadır?
Piramitlerde kullanılan taş blokları yerden birkaç metre bile kaldırabilecek bir vinç, henüz günümüz teknolojisiyle üretilememiştir. Peki eski Mısırlılar hangi teknikle o taş blokları metrelerce yüksekliğe çıkartabilmişlerdir? Her bir taşın 2 ton olduğu göz önüne alınırsa bunun ağaç iskeleleriyle yapılmış olması imkansızdır.
Bir tek piramidin yapılabilmesi için günde beş taş bloğu işleyecek olsalar, gerekli olan 2.500.000 adet taş bloğun tamamlanması için yaklaşık 1400 yıl gerekecekti. Bu süreye piramidin iç mimarisi ve detaylar dâhil değildir.
Günümüz mimarları ve arkeologları yaptıkları araştırmalar sonucunda piramitlerin inşa edilebilmesi için Mısır’ın 100.000.000 kişilik bir nüfusa ve yüksek teknolojiye sahip olmaları gerekirdi diyorlar.
Birbirleriyle hele o devirlerde hiç bir ilgisi olmadığı bilinen Afrika ve henüz keşfedilmemiş Amerika kıtalarındaki piramit mimarisi bu kadar benzerlik gösterebiliyor?
Büyük Piramit’in kuzeye doğru olan yönü gerçek kuzey yönüne göre 4’53’lük bir sapma gösterir. Oysa bugün Paris Gözlemevinde kabul edilen kuzey yönündeki sapma çok daha fazladır.
Piramit’in bulunduğu yerden geçmesi tasarlanan bir meridyen, dünyamızı tam eşit iki parçaya ayırır. Yani bugün kabul edilen uluslar arası başlangıç meridyen noktası Greenwich’den daha doğru bir nokta.
Piramit’lerin orantılı küçültülmüş boyutlarında yapılan deneylerde ortasındaki merkezden geçen bir noktaya konan yiyeceklerin bozulmadığı görülür (Bu olay kanıtlanmış durumdadır). Bu piramidin geometrik şeklinin sebebiyet verdiği tahmin ediliyor. Ortasına topladığı muazzam enerji sayesinde yiyecekler bozulmadan durabiliyor. Peki ama binlerce yıl önce yaşamış Mısırlılar bunları nereden biliyorlardı ve bu enerji başka hangi alanlarda kullanılmışlardı?
Piramit’in küçültülmüş boyutlarında yapılan bir başka çalışma daha var. Piramit’in içine konulan körelmiş jiletler bileyleniyor. Jilet sıkıntısı çekildiği savaş yıllarında jiletlerin bileylenmesinde bu metot kullanılmıştır.



Mısırlılar kendilerini dünyanın en eski insanlarının torunları olarak bilirlerdi. Gizli bilimlerdeki öğretilere bakılırsa, on binlerce yıl önce Lemuryalılar, batan kıtalarıyla birlikte sulara gömülmemek için Hindistan’dan geçerek Mısır’a gelip, Nil bölgesine yerleşmişlerdi. İlk hanedânların, Güneş ve Ay’a ait ırklardan çıktığı söylenir. Kimdir bu Güneş ve Ay ırkından gelen hanedanlar?
Eski Mısır Kronolojisi, 8. yüzyılda yaşamış olan Simplicius’un yazdıklarına göre Mısırlılar, son 630.000 yıldan beri astronomik gözlemler yapıyorlardı. Mısır’da 48.863 yıl öncesinin astronomik hesapları yapıldığına dair kanıtlar bulunmuştur. Acaba bu bilgileri nasıl elde etmişlerdi?
MS 400’de yaşamış olan Mısırlı rahip Panadorus’un ifade ettiğine göre “Görüp Gözetenler” ya da “Melekler” dünyaya inmiş ve insanlara astronomiyi öğretmişlerdir. Rahip Panadorus’un ifade ettiği bu gözetenler ve melekler kimlerdir? Ve nereden dünyaya inmişlerdir?
Eski Mısır kaynaklarından biri incelendiğinde Sanchoniathon’un yazdıkları arasında, “ Tot, Zeus’a karşı savaşan Cronos için savaş amaçlı büyük bir uzay gemisi inşâ etmiştir ” yazmaktadır.
Denderah Tapınağı’nın tavanına kazınmış yazıtlar incelendiğinde görülmektedir ki Eski Mısır’ın tarihi Atlantis’le aynı zamana denk gelmektedir.
Herodot, Teb Mabedi’nde 343 adet, ağaçtan yapılmış dev heykel görmüştü. Bunların hepside saltanatları babadan oğula geçen yüksek rahiplere aitti. Fakat, bunlardan önce insanların yöneticisi olmuş ve gökten insanların arasına inmiş bulunan “tanrılar”a ait heykelciklerde bulunmaktaydı. Hanedanlık kayıtlarında yer almayan bu garip tanrılar kimler olabilir?
Tanrıların iniş bölgelerinden belki de 1 numaralısı Abyssinia, idi ki zamanında burada çok büyük oranlarda madencilik çalışmaları yapılıyormuş. Buralardan bakır, altın, gümüş gibi çok değerli madenlerin çıkarıldığı açıkça tespit edilmiştir. Kalde kayıtlarına göre, MÖ 16.000’lerde Tolantu -Atlantis Konfederasyonu, Ortadoğu ve Afrika’da en parlak devrini yaşıyordu ve bu konfederasyonun yönetimi, “Venüs’ten gelmiş Bilge Öğretmenlerin elinde bulunuyordu. Bunların ataları da Babil’e kadar inerek, simgesi “güneş ateşi” olan Sümer uygarlığının ortaya çıkmasına zemin hazırlamış büyük bir topluluktu. Sümerliler, “Göksel varlıkların” yardımıyla “Psiko-Elektriksel” bir bilim geliştirmişlerdi.
Sir Norman Lockyer, astronomik araştırmaları sonunda 4000 yıl önce Britanya’da ki uzay bilimleriyle uğraşanların, Mısırlıların gökbilim çalışmalarına çok benzer tarzda sonuçlar elde ettikleri görülmüştür. Bu da gösteriyor ki, Eski Mısırlılarla Britanyalılar, irtibat halindeydiler.
MS 2. yüzyıl da Claudius Aelianus, eski çağların Yunan tarihçisi (Chioslu), Theopompus’tan naklen verdiği bilgilere göre, Frigya Kralı Midas, Avrupa ve Libya’nın 10.000.000 Atlantlı tarafından istila edilmiş olduğunu biliyordu. Ayrıca, okült kaynaklar, bu istilanın, “Nükleer ve Elektrikli Silahlar” kullanılarak yapılmış olduğunu açıkça belirtmektedir. Hint metinlerinde de, bu ve benzeri anlatımlar bazı eski savaşlarda aktarılmaktadır.



Ra’nın ya da Horus’un gözü olarak bilinen “ ilâhi göz ” Mısır kayıtlarında daha çok “ Gökteki Savaşlar ” la ilgili bölümlerde geçmektedir. Ra’nın emri altında bulunan tanrıça Hothar, “ Horus’un Gözü ” biçiminde görünmüş ve dünya insanına karşı savaş açmıştır. O kadar çok sayıda dünya insanını öldürmüştür ki, Ra bundan endişelenerek, dünya tarlaları üzerine 7000 kâse içki serpmiş, kendi aksini bu içki birikintileri üzerinden seyreden Hothar, bir ara sakinleşerek, kendi güzelliğini izlemiştir. Susuzluğunu gidermek üzere bu içkiden içtiği zaman sarhoş olmuş ve tahribattan vazgeçmiştir.
Eski Mısırlılar, kendi semâlarını ihlâl eden uçan gemileri “Gökte Seyreden Güneş’in Kayıkları” olarak isimlendirirlerdi. Bu gemiler nasıl birer araçtı. Ve hangi teknolojiyle Mısır semalarında gezinebiliyorlardı?
Yine eski kaynaklardan birinde belirtildiğine göre Büyük Piramit’in yapımı sırasında bu “Güneşe ait kayıklar”dan biri, yapının içinde bir yere gömülmüştür. Horus’un Gözü, Set ve Horus arasında ki, çatışmanın ayrıntıları ve bu yapı içine gömülmüş olan Güneş kayıklarından birinden “Mısır’ın Ölüler Kitabı” isimli büyük eserde çokça söz edilmektedir.
Firavun 3. Tutmosis (M.Ö) 1504 – 1450 dönemine ait bir el yazması şöyle demektedir.

22 yılında kışın üçüncü ayında günün altıncı saatinde hayat evinin yazıcıları gök yüzünde bir ateş çemberi gördüler.başı yoktu ağzından tiksindirici bir koku çıkıyordu. Gövdesi bir değnek kadar uzun bir değnek kadar genişti. Sesi çıkmıyordu. Bu manzara karşısında yazıcıların kalbi sarsıldı. Yüz üstü yere uzandılar. Firavunun huzuruna çıkıp olayı anlattılar.Firavun olay hakkında düşündü günler geçti o nesneler gök yüzünde çoğaldı. Güneşten fazla parlıyor gök yüzünün dört ucuna kadar uzanıyordu. Ateş çemberlerinin durumu güçlüydü. Firavunun ordusu onlara bakıyordu. Ve Firavun ortadaydı. Gece vaktiydi ve ateş çemberleri güneye doğru daha da yükseldiler.
Bu eski kaynaklarda belirtilen bazı benzetmeler, kimleri, neyi ve tanınanın dışındaki hangi tanrıları belirtmektedirler? Tek tanrımız dışındaki bu üstün varlıklar kimlerdir? Yazıtlarda bulunan uzaylılara ait lâkaplar (Işığın Ruhları – Karanlığın Oğulları – Göğün Orduları – Gizli Tanrılar – Kanatlı Diskler – Ben Horus: Dün ve yarınım. Zaman ve uzay içinde gider, gelirim – Uçan Tahtlar – Yarı Tanrılar).
Mısır’ın Ölüler Kitabının bir bölümünde geçen Horus’tan, “Gizli Gözde Oturan” olarak söz edilmektedir. Ayrıca bu “göz” onu uzayın bilicisi (tanıyan) olarak kabul eder. “O Rabb’in uzayda dolaşan habercisidir” der.
İtalyan araştırmacısı Salos Boncompagni, Ortadoğu kökenli pek çok şeyi inceledikten sonra şu sonuca varmıştı: “Kendisini gözde saklayan bu varlık, Mısır’da Hothar, Horus, Yunan’da Hermes, Trismegistus, Yahudilerde Enoch’dur. Babil de, Oannes’tir. Bu göz, bazen kozmik yumurta, gizli şahin (atmaca) Yahudilerde Uçan Taht, Hint klasiklerinde tanrıların göksel arabalarıdır.”
Mısır inancında, 2 tanrı inancı vardır. Bir her şeyi yaratan tanrı, en üst varlık Allah’tır. Diğer tanrılar, onun yarattığı varlıklardır ve bunlar yersel ve göksel tanrılardır. Çoğu başka gezegenden gelmişlerdir ve bu dünyada bizim sûretimizde tezâhür eden dünya dışı öğretmenlerdir.
Bir de kuş başlı tanrı olarak çizilen Tot’un uzay uçuşları da unutulmamalıdır. Tot, kara ,deniz, hava tanrısı olarak bilinirdi. Ayrıca tüm bilim-sanat dallarının mucidi, öteki tanrıların yazıcısı, büyücülerin kralı, matematik ve yazı üstadı, müzik ve tüm gizli bilimlerin kurucusudur. Kimdir bu tanrı Tot nerden gelmiştir ve nasıl bu kadar çok üstün özelliği üzerinde taşımaktadır?



Bir başka yazıtta ise Tot’un Horus’un hizmetçisi, Ay’ın efendisi olduğu söylenir. Aynı zamanda Tot, Büyük Piramidin yapımına yardımcı olan bir Atlantlı yani (Atlantisli) dir.
Her ne kadar, bizlere piramitlerin mezar amaçlı yapıldıklarını söyleseler de, bilim dünyası, bunun kesinlikle böyle olmadığını önemle belirtmektedir. Çünkü, yapılan araştırmalarda yapıların inşa edildiği noktaların, dünyanın güç merkezleri olduğunu açıkça görülmüştür. Bu yapılar ise güç üretici görevi görmek için yapılmış eserlerdir.
Ünlü bir yazar aynı zaman da çok önemli bir araştırmacı olan C. H. Williamson (Other Tongues Other Flesh) “Başka Dinler, Başka Bedenler” isimli eserinde, belirttiğine göre dünya dışı kökenli insanlar, yapıyı meydana getiren çok iri taşları,Antigravitasyon yada Sonik yöntemlerle ilgili bilgileri uygulayarak yerleştirmişlerdir. C. H. Williamson’ın iddiaların birine göre de belki de bu insanlar, kendi uzay araçlarını da hareket ettirmede, bu güçlerini kullanıyorlardı.
Büyük Piramidin inşası ile ilgili olarak başka bir görüşte, ruhsal güçlerin kullanılması ile ilgilidir. Tarih bu tür örneklerle doludur. Kuracağı mâbedin, taşlarını hareket ettiren, aynı yöntemle fırtına çıkaran din adamları, vs. Belki de, Büyük Piramit de bu tür bir yöntem kullanılarak inşa edilmiş olabilir. Yani o kadar işçi ve köle, Ruhsal Enerji Bataryası olarak kullanılmış olabilirler. Bunlara benzer örnek, Stonehenge ve Tiahuanaco’dur.
Amerikan ve İngiliz bilim adamlarından oluşan bir bilim heyeti Büyük Piramidin içinde ses kayıtları almak için yapının her yerine cihazlar yerleştirirler. Ses kayıtlarını incelediklerinde içinde anlaşılmayan bir dilde bazı karşılıklı konuşmalara da rastladılar. Bu konuşmalar nasıl burada hala yankılanmaktadır. Yapılan araştırmalarda diller topluluğunda böyle bir dile rastlanmamıştır. Acaba bu dil Mısırlı göksel Tanrılara mı aitti?
Büyük Piramide giren bir grup bilim adamı, bir araştırma için yüksek ışıkla, Piramidin içini aydınlattıklarını belirttiler. Birbirinden harika çizimlerin bulunduğu bir odada incelemelerini sürdürüyorlardı. Bulundukları oda oldukça havasız ve karanlıktı. Ellerindeki yüksek ışık gücüne sahip lambalarla tavana baktıklarında tavana çizilmiş hiyerogliflerin üzerinde hiçbir is lekesine rastlanmamıştır ki, en küçük kanallarda bile bu tür dünya harikası çizimler mevcuttur. Acaba burada ne gibi bir aydınlatma sistemi kullanılmıştır? Tavanlar da is yada benzeri bir ize rastlanmamış olması buranın mumlarla yada meşale benzeri yanan aydınlatıcı araçlarla aydınlatılmadığını açıkça göstermektedir.
Konuyla ilgili ilginç bazı hususlara Rozkruva ve Farmason tradisyonlarında da rastlıyoruz. 1614’te Almanca olarak yayınlanan Rozkruva Tebliğinde, söz konusu edilen Christian Rosenkruz’un mezarıyla ilgili olarak şunları söylüyor. “Mezarın bir depo odasına açılan bir kapısı vardı. Asıl yer altı kemeri, yapay bir güneşle aydınlatılıyordu.” Bu aydınlatma şekli çok acayip olarak Mısır metinlerinde geçen aydınlatma sistemiyle tıpatıp birbirine benziyordu. Yoksa, Mısırlılar bizlerden çok önceleri ampul mü kullanıyorlardı?

Hint yazıtlarına göre, Mısır’ın bundan yüzyıllar önce binlerce güneş kadar parlak olan bir bombaya sahip olduğunu açıkça yazmaktadır. Yazıtın devamında bu bombanın günümüz atom bombasının yaptığı tahribatlara çok benzeyen yıkımlardan ve tahribatlar meydana getirdiğinden de bahsedilmektedir. Hatta Büyük Piramit’in tabanına yakın bölgelerde yapılan araştırmalarda yerde kristalleşmeye başlamış, üzerinde aşırı doz da radyasyon barındıran kaya kitlelerine rastlanmıştır. Tüm bu veriler ışığında yoksa eski uygarlıklar, atom bombasını mı kullanıyorlardı demekten kendimizi alamıyoruz. Sizce de bu durum oldukça şaşırtıcı değil mi?
İngiliz arkeolog sir Filinders Potrie (1853-1942) ve Amerikan arkeolog Dr. John O. Kinnaman’ın çalışmaları sonucu ortaya çıktığı söylenen Khufu Piramidinin içinde bir depoyla ilgili bir keşif daha vardır. 1940 yılında “Diggers for Facts”(Gerçekler için Kazanlar) adlı kitabında bunu oldukça detaylı bir biçimde anlatmıştır. 1961’de ölümünden kısa bir süre önce Dr. Kinnaman, Willi Semple isimli bir öğretmene çok önemli gizli bir sır vermiştir. Verdiği bu sır içinde Büyük Piramitte 1942’de yaptıkları kazı sırasında Kinnaman ve Potrie, gizli bir mahzen buldukları. Piramidin güney kenarından girdikleri ve epeyce derinlere gittikten sonra, gizli galeriye ulaşabildikleri, ve hatta burada asla inanamayacağımız şeyler bulunduğunu söylemiştir. Bu gizli galeriler içerisinde Antigravitasyon makinesi (yer çekimini ortadan kaldıran makine) kristal plazmalar ve ilginç teknik aletler bulduğunu da önemle belirtmiştir.
Muterdî ve bazı Arap yazarların, ifade ettiklerine göre, Khufu Piramidinin kâşifleri içeri girdikleri zaman kendi kendine açılıp kapanan kapılarla karşılaşmışlardır. Karanlık koridorlarda, zaman zaman ışık flaşlarıyla gözleri de kamaşmıştır.
Mısır halkının dilinde dolaşan bir söylentiye göre Piramitlere çok eski zamanlarda rahipler ve tanrılar muhtemel soygunlara karşı belirli yerlere mekanik heykeller (robotlar) koymuşlar. Hatta söylentinin bazı versiyonlarında da her şey olup bittiği zaman, rahipler girişlerde, gardiyanlık göreviyle, bazı bedensiz varlıkları görevlendirirlermiş.
Christian Pitois’in yazdığı “büyünün tarihi” isimli kitabı, 1876’da Fransızca olarak basıldı. Bu kitapta ta Gize Piramidinin yer altı yapısıyla ilgili bilgilere rastlıyoruz. “Gize’de ki Sfenks gizli yer altı bölmelerine açılan kapıları taşıyordu. Bu giriş günümüzde kum ve toprakla kapanmıştır. Bu kapılar, ön ayakları arasında yine de bulunabilir. Girişlerden birisini oluşturan bronz bir kapı, sadece majik yöntemlerle açılabilecek şekilde yapılmıştır. Sfenks’in karın kısmında yer alan galeriler, Büyük Piramidin yer altı galerilerine açılır.” Acaba bu galeride ne gibi gizli kayıtlar ve eşyalar bulunmakta?
Çok eski bir Mısır kaynağında şu sözler yer almaktadır : “ Büyük Tufan’dan 300 yıl önce Mısır yöneticilerinden Surit, rüyasında, dünyanın alt üst olduğunu, yıldızların gökyüzünden yere döküldüklerini görmüştü. 130 rahibini yanına çağırarak, bu korkunç olayın ne anlama geldiğini sordu. Aynı zamanda, zamanın astronomu olan baş rahip, bunun dünya çapında büyük bir felaket anlamına geldiğini söyledi. Ve buna önlem olarak da zaman atlama taşlarının kullanılması gerektiğini Mısır yöneticisi Surit’e önerdi. Surit’te buna karşılık bu taşların kullanılacağını ve daha sonra onları korumak için 3 büyük anıtın inşa edilmesini emretti ” denmektedir.
Mısır’ın gizli yer altı kemerleri hakkında, bilgilere Suriye ve Lübnan Dürzîlerinde de rastlanır. Onların inisiyatik öğretilerinde, insanlığın, göklerden gelmiş Tanrı oğulları tarafından yaratılmış olduğuna dair bilgiler vardır. Dürzîlerin kodlanmış kitapları vardır ki, bunları sadece beş büyük rahipleri anlayabilir. Bunlardan ikisiyle tanışma imkanı bulan bazı araştırmacılar, onların mükemmel Fransızca, İngilizce ve de Arapça konuşabildiklerini bildiriyorlar. Dürzî rahiplerin kendi aralarında kullandıkları, Farmasonlarınkine benzeyen işaret sözcükleri vardır. Gize’de saklı hazinelerle ilgili olarak sorulan bir soruya, içtiği andı yüzünden cevap veremeyeceğini belirtmiştir. K. Joumblad, bununla birlikte araştırmacılara bildiklerini açıklamalarını ve eğer yanlış bir şey çıkarsa, kendisinin bunu engelleyeceğini belirtmiştir. Bu konuşmadan sonra Dürzîler mühürlerini, o eski yer altı dehlizlerinde bıraktıklarını söylemişlerdir. Bu bilgi, Dürzîlerin yer altı geçitlerinde bulunduklarını, açıkça kanıtlıyordu. Ayrıca, Joumblad bu tarih hazinesi depolarının bu yüzyılın sonundan önce açılmasının yerinde olacağını sözlerine eklemiştir. Öteki gruplarla birlikte Dürzîlerinde söz konusu zaman atlama taşlarını, bildiklerini de açıkça belirtmekteydi.



Mısır kökenli kaynaklarda dünya-dışı astronotlar sorunu daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır. Menfis’de firavunu ziyaret eden Tanrı PTAH, uçan bir gemi kullanırdı. Güneş Tanrısı RA için, “Yıldızlarla ay arasında dolaşırsın... gökyüzü ile yeryüzü arasında Aton’un gemisini yönetirsin...” der eski bir yazıt.
Çok eski bir geçmişte Nil ülkesine üstün bir varlığın geldiği ve oradaki insanlara uygarlık aşıladığı Mısır’da hala söylenir. Bu üstün varlık, Mısırlılara seslerle, fikirleri kaydedebilmeleri için simgeler gösterdi. Müzik çalabilsinler diye ellerine arp verdi. Yıldızları gözleyip, krokilerini çıkarmasını, rakamlarla sayı saymasını, şifalı otlar ve ilaçlarla hastaları iyi etmelerini öğretti. Mısırlılar bütün bunları öğrenince, yabancı, onlara veda ederek, göklere uçtu gitti. Adı Tanrı THOT’ tu. denmektedir.
Eski Mısırlıların güneşle ilgili bir inanca bağlı oldukları da çok iyi bilinen bir gerçektir. Eski krallığa ait Piramit yazıları, firavunun tanrılar ve gemileri aracılığıyla göklerde tanrısal gezintilere çıktığından söz eder. Bunlara göre Güneş Tanrısı Ra göklerde gemisiyle yolculuk yapardı. Yine bu yazıtlarda gökyüzünü gemilerle aşan yüce yaratıklardan söz edilmektedir. İşte Güneş Tanrısı Ra için yazılmış bir yazıdan bir bölüm:




“Sen, yıldızların ve ayın altında dolaşansın. Sen, Aton gemisini yorulmak bilmeden dönen yıldızlar ve Kuzey kutbundaki batmayan yıldızlarla yeryüzü arasında sürensin.”
Diğer bir bölümde ise şu sözcükler yer almaktadır:

“Sen, güneş gemisini milyonlarca yıl yönetensin.”
Mısır’daki resim ve destanlar, tanrıların yıldızlardan geri gelerek, iyi korunmuş gövdeleri yeni bir hayata uyandıracaklarını söylerler. Mezar odalarından çıkan mumyaların gövdelerinin kusursuz bir biçimde muhafaza edilmiş olması ve mezarın ötesindeki bir hayata ulaşma inancı da buradan gelir. Eski Mısır’ın İncil’i olarak kabul edilen 3500 yıllık Ölüler Kitabı’nda ise birtakım insanların bilgileri sayesinde uzaya sıçrayabildiklerinden söz edilmektedir, hatta yıldızlarda yaşayan varlıklardan bahsedilir. Tanrı Thot, Nil halkına tıp, edebiyat, matematik ve fen'in esaslarını öğretmiş bir kültür taşıyıcıdır; görevini bitirdikten sonra yıldızlı göğe doğru yükselip gitmiştir.

Mısırlılar yıldızlara da özel bir ilgi göstermekteydiler. Köpek yıldızı da denilen ikili yıldız Sirius’un hanedanlar dönemi Mısır’ın erken gelişim ve kültüründe büyük rol oynadığı bilinmektedir. Eski Mısırlılar Sirius’u dünyanın gelişiminde evrimsel bir anahtar olarak görmüşlerdir. Amerikalı bilim adamı Robert Temple, “Sirius Gizemi” adlı kitabında yeryüzünün binlerce yıl önce Sirius sisteminden gelen varlıklar tarafından ziyaret edildiği varsayımını ortaya atmış ve M.Ö. 4500-3400 tarihleri arasında Eski Mısır’da gerçekleşen ilkellikten yüksek kültür standartlarına doğru gerçekleşen bu ani sıçramayı bu varlıklarla yapılan doğrudan temasın bir sonucu olarak nitelemiştir. Temple, Mısır ve Sümer kayıtlarından bilgiler sunarak hanedanlık dönemi Mısır’ın yükselişinden önce dünya dışı varlıkların ortaya çıktığına dair ikna edici bir tez öne sürmektedir.

www.orionuforesearch.com'dan alınmıştır.